3.606 Görüntüleme MAKALE 0 Yorum

Bediüzzaman

Hayatı, eserleri ve fikir yapısıyla tarihe isim yazdıran bir insan Bediüzzaman. İlmi ile insanların ağzını açık bırakan, eserleri ile yüzyılı sarsan bir insan. Böyle bir insanın hayatını ve eserlerini çok iyi incelemek gerekir bence. Ayrıca bu kadar mükemmel bir ilme sahip olup ve insanlığa eşi benzeri olmayan bir eser bırakan insanın bu yönlerinden dolayı takdire şayan bir insan haline gelmesi gerekirken neden mahkeme mahkeme dolaştığının sebeplerinin daha da iyi araştırılması gerekir.

Asrın her yönüyle kabullendiği bir insana yaşadığı devirde böyle davranılması çok hayret verici doğrusu. Bediüzzaman müdafaalarından bazı kesitler inceleyerek onun ne gibi nedenlerden dolayı sanık sandalyesine oturtulduğuna bakarsak çok hayret verici sonuçlar çıkıyor ortaya.

İlk başta Eskişehir mahkemesinden başlayacak olursak Bediüzzaman gizli bir cemiyet kurmak ve kanunlara aykırı bir şekilde siyasi faaliyetlerde bulunmakla suçlanıyor.Ama esasa gelecek olursak iddea makamının elinde hiçbir delil yok. Hukukun temelinin büyük bir kısmı ispata dayanır. Bir kişi bir suçu işlediğinden ötürü suçlanıyorsa o kişinin o suçu işlediğine dair ispat yapılmazsa kişi hiçbir şeyden mesul tutulamaz. Yani şüpheden sanık yararlanır.Bu olayda da deliller istendiğinde Bediüzzaman’ı suçlayanların ellerinde hiçbir delil mevcut değil. Ayrıca olaya bir başka açıdan bakacak olursak Bediüzzaman 13 yıldan beri “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım.” ilkesini kendisine düstur edinen bir insan. 13 yıldan beri siyasetten kaçan, siyasetten uzak duran bir insanın siyasi faaliyetlerden dolayı yargılanması ne kadar anlamsız. Olaya daha başka bir açıdan bakacak olursak, 10 yıldan beri Isparta’daki dessas memurlar bile böyle bir durumu fark etmezken bu insanların “Said Nursi siyasi dolaplar çeviriyor.” demeleri tüm Isparta vilayetinin nefret ve kinlerini üzerlerine çekmiştir.

Aynı mahkemede Bediüzzaman mali noktalardan suçlanıyor. Bediüzzaman’a gelirini nereden sağladığını soruyorlar ve gelirinin gayri meşru olduğunu ileri sürüyorlar. O ise cevaben aynı şu sözleri kullanıyor;

“On sene zarfında yüz banknot ile idare eden ve günde bazen kırk para ile geçinen ve yetmiş yamalı bir abayı yedi sene giyen bir adam hakkında ''Nereden para alıp yaşıyorsun ve teşkilat yapıyorsun?'' diyenlerin, ne kadar insaftan uzak düştüklerini ehl-i insaf anlar”. Burada da açıkça görülüyor ki Bediüzzaman yine saçma, mantık dışı ve gereksiz bir nedenden dolayı suçlanıyor ve mahkeme heyeti yine amacına ulaşamıyor.

Yine bir mahkemede Bediüzzaman’ın eserlerinin hükümetin prensibine ve rejimine karşı bir kast taşıdığı söyleniyor.Bediüzzaman ise cevaben; “Böyle bir eserde menfi duygular olsaydı hükümetin prensibine aykırı nitelikler bulunsaydı bunlar yüz yirmi küsür risalede mutlaka binler medar-ı tenkit noktaları bulunacaktı.” diye cevap vermiştir.

Yine başka bir yerde Bediüzzaman Ankara’ya karşı bir ithamda bulunmakla suçlanıyor. Bediüzzaman ihtiyarlar risalesini yazarken şu cümleleri kullanıyor “Ankara da kendi nefsimde ihtiyarlık tahatturu ile en kara halet-i ruhiye hissettim.” diyor.Ankara’ya en kara demekle suçlanıyor. Esasta ise Bediüzzaman halet-i ruhiyesine en kara dediği halde sadece o iki kelime esas alınarak şahsına çok ama çok saçma hükümler giydiriliyor.

Bediüzzaman ise bu olayı bir Bektâşi fıkrası ile şöyle izah ediyor:

“Bir gün Bektâşi’nin birine niçin namaz kılmıyorsun demişler. O ise kuranda “Namaza yaklaşmayın” yazıyor demiş. “Namaza yaklaşmayın” ifadesini “içkili olduğunuz zaman” ifadesi ile birlikte oku demişler. O zaman Bektâşi ben hafız değilim demiş. Yani kurandaki esas ifade “içkili olduğunuz zaman namaza yaklaşmayın” şeklinde iken Bektâşi yalnızca işine gelen kısmı okumakta. Bediüzzaman’ı suçlayan insanlarda aynen böyle. Bir cümledeki iki kelimeyi delil göstererek Bediüzzaman’ı mantıksızca suçlamalara tabî tutuyorlar. Ayrıca Bediüzzaman münzevi bir hayat yaşadığı halde sürgünlere maruz bırakılmış, sebepsiz yere vilayet vilayet dolaşmıştır.

Yine başka bir mahkemede Bediüzzaman’ın ismi Said NURSİ olmasına rağmen defalarca Said KÜRDİ denilmiş ve bu kürttür diye yad edilmiştir. Sanki bir farklılık meydana getirmeye çalışarak Bediüzzaman’ı suçlu duruma düşürmek istemişlerdir. Aslında hakimler adalet dağıtan insanlar oldukları için tamamen tarafsız davranarak kime ne kadar ve ne şekilde hak tanınması gerekiyorsa yerine getirmeleri gerekir.

Ayrıca Said Nursi bir kürt vilayetinde dünyaya gelmiş ama Türklere çok büyük hizmetlerde bulunmuştur. Ve ayrıca Bediüzzaman’ın en has, en güvenilir talebeleri Türkler olmuştur. Ben Mekke’de de doğsam yine Türkiye’de hizmet edecektim Bediüzzaman hiçbir şekilde Türk-Kürt ayrımı yapmazken Bediüzzaman hakkında böyle suçlamalarda bulunulması ne kadar anlamsızdır.

Ayrıca Risale-i Nurlar çeşitli zamanlarda incelenmiş ve hiçbir sakıncalı yönü bulunamamış bilakis çok büyük ve alî bir eser olduğuna ve faydalarının sayılamayacak kadar fazla olduğuna kanaat getirmişlerdir. Ayrıca Risale-i Nurlar o kadar faydalı eserler olarak görülmüşler ki bu nedenle Ankara’daki milli kütüphaneye iftiharla konulmuştur. Milli kütüphanenin iftiharla kabul ettiği bir eseri faydalı mı, zararlı mı? diye yargılamak ne kadar abes düşer.

Ayrıca Bediüzzaman’ın müdafaa şekilleri çok cay-ı dikkat bir mesele bence. Bediüzzaman’ı on buçuk cinayetinde şeriat yanlısı olmakla ve şeriat istemekle suçluyorlar. O ise “Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat adet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilalcilerin isteyişi gibi değil” demiştir. Ve bu sözün açılımını yaparak şeriata öyle tanımlar getirmiş ve şeriatın niteliklerini öyle mükemmel bir şekilde izah etmiş ki Bediüzzaman’ı suçlayan insanların şeriatçı olmamaları, şeriat istememeleri onları haksız duruma düşürür hale gelmiştir.

Bediüzzaman müdafaalarında öyle veciz sözler kullanıyor öyle farklı ispat yollarına gidiyor ki şeriat meselesinde olduğu gibi Said Nursi’yi suçlayan insanlar haksız duruma düşebiliyor.

Ortaya sunduğumuz bu deliller müdafaaların zerresinin zerresini teşkil etmekte. Ama buna rağmen Bediüzzaman’ın ve onun eserleri olan Risale-i Nurların ne gibi haksızlıklara uğradığı ortada. Bediüzzaman’ın yaşamını incelediğimizde göze çarpan en belirgin özelliklerden birisi dünya namına hiçbir menfaati olmayan zevk ve sefadan uzak kendisini iman hizmetine adamış ve bunun içinde Risale-i Nur külliyatını insanlığın hizmetine sunmuş cefalı, nahoş ve çilelerle dolu bir hayata sahip olduğunu görürüz.

Çok ama çok basit nedenlerden dolayı mahkemelere çıkarılmış ve bir çok ağır ithama tabi tutulmuştur. Dünyaca kabullenilmiş eserleri iğne ile kuyu kazarcasına inceleyerek kullanılan her kelimede bir kusur aramak hangi adalet anlayışına sığar acaba!

Bu eserler ki huzur sağlamak için Almanya da hapishanelerde okutuluyor. Bu eserler ki yaşadığımız şu fani dünyada ve ahir zamanda en büyük hizmet olan iman kurtarma hizmetinde en ön safta yer alıyor.

Bir şeyin doğruluğunu yanlışlığını öğrenmenin en güzel yolu onu halka sunmaktır.. Yani o konuda halkın kabullenebilirliğini ölçüp sonuca varmaktır. Eğer bu eserler onlarca dile çevrilip milyonlarca insan tarafından kabullenilmişse bu aşamadan sonra onun fayda ve zararını tartışmak manasız olur.

Bir Japon Risale-i Nurları Japonca’ya çevrilmiş halini okuduktan sonra tatmin olmayınca Türkçe ve Osmanlıca öğreniyor. Tek amacı ise Risale-i Nurları aslından okuyarak daha çok anlayabilmek. Hem Risale-i Nurlar insanları manevi boşluktan kurtarıyor. İhtiyarlar Risalesi, gençler risalesi, hanımlar risalesi ve birçok risaleler insanları mevcut durumlarına göre ayrı ayrı düşünerek hepsine de içinde bulundukları psikolojik buhrana göre tavsiyelerde bulunuyor.

Ayrıca baskı ve şiddetten tamamen uzak olarak akla kapı açıyor. Her konuda sebepler ve sonuçlar ilişkisi içerisinde deliller sunarak ispat yoluna gidiyor, insanları akli olarak inandırıyor ve körü körüne bağlanmaktan kurtarıyor. Ayrıca bu kutsi eserler insanın aklına gelebilecek 20.000 ayrı suale cevap veriyor.

Evet ben Risale-i Nurların ve onun müellifi olan Bediüzzaman Said Nursi’nin sadece birkaç iyi yönünü söyledim. Oysa bu mükemmel eserlerin faydaları sayılmakla bitmez.

Bediüzzaman defalarca zehirlenmiş, türlü türlü işkenceler çekmiş, mahkeme mahkeme dolaşmış ve o vilayetten bu vilayete sürgün gidip durmuştur. Tek nedeni ise şahsı ve Risale-i Nurlar. Bu gün insanlığa böyle mâl olmuş bir eseri ve onun müellifini böyle zorbalara tabi tutmak hangi vicdanın eseridir acaba. Oysaki Türkiye hem demokratik, hem laik hem de bir o kadar düşünce hürriyetinin hüküm sürdüğü bir ülkedir diye söylenirken Bediüzzaman’ın şahsına ve Risale-i Nurlara yapılan bu haksızlıklar ne demokrasi, ne laiklik ne de düşünce özgürlüğü çatısı altına sokulabilir.

Abdullah Ensar

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş