2.094 Görüntüleme MAKALE 0 Yorum

Mor Menekşe

Okumak istediğim dört kitap var. Karar veremiyorum. Birini tercih etsem sanki diğerleri alınacak. Ağustos sıcağının hükmü altına aldığı bu pazar günü sadece kitap okumak istiyorum. Evde yalnızım ve bunu değerlendirmeliyim.

Nihayet bir tanesinde karar kılıyorum. Roman olanını seçiyorum. Ayrıca seçtiğim kitabın bölümlemelerinde ay figürünün kullanılmış olması beni ayrıca cezbediyor. Kitap akşama doğru bitiyor. İnsan sevdiği bir kitabı bitirince ondan ayrılıyormuş gibi hüzün düşer içine. Kitabın sayfalarını tekrar karıştırıyorum. Altını çizdiğim yerleri bir kez daha okuyorum. Ondan ayrılmak istemiyorum.

Pazartesi oluyor. Bilgisayarı çantama yerleştiriyorum. Elim okuduğum kitaba gidiyor. Onu da çantama koyuyorum. Şaşırıyorum. “Okuduğum bir kitabın çantamda ne işi var?” diyorum. Kitabı çantamdan çıkarıyorum. Onu ofise götürmemin bir anlamı yok. Masaya koyuyorum. Sonra tekrar çantama koyuyorum. Bunu neden yaptığıma anlam veremiyorum. İşgüzarlık edip kendimle ilgili psikoanalitik yorumlar yapıyorum. “Kitapla fazla özdeşleşme kurdun sen” diyorum. Terapist yanıma “beni rahat bırak, ben senin hastan değilim” diyorum. Terapist yanım kibirlice gülümsüyor.

Mor Menekşe ile seansa başlıyoruz. Varoluşsal acılar içinde kıvranıyor Mor Menekşe. Otuzlu yaşları devirmiş. Derdi varoluş. Anlamlı bir hayat yaşamak istiyor. Doğru yaşamak istiyor.

“Yaşamın anlamını birçok şeyde denedim.” diyor. Evinin bahçesindeki çam ağacı en büyük arkadaşı olmuş. “O kadar muhteşem ki.” diyor. “Sanki evrenin bir dili var ve ben bu dili çözmek istiyorum. Uzun zaman bu dili nasıl çözeceğimi bilemedim. Daha doğrusu kendim çözmek istedim ama sonra bir gün dedim ki; evrenin dilini ancak onu Yaratan çözer.” İşte bu noktadan sonra Mor Menekşe dini kaynaklara yöneliyor. Kitaplar okuyor.

Görüşmenin bir anında can sıkıcı bir soru soruyor: “Dini, hayatımın merkezine almak istiyorum ama bazı şeyleri kabullenemiyorum. Örneğin camilerde kadın ve erkeklerin ayrı ayrı ibadet etmesi bana çok ters geliyor. Yan yana olunsa daha iyi olmaz mı? Sizce de öyle değil mi?”

Terapist olmak sanki her şeyi çözümlemiş olmakmış gibi benden bir yanıt bekliyor. “Ben din işleri yüksek kurulu üyesi değilim ki.” diye espri yapıyorum.

Hiç gülmüyor. Soğuk soğuk bakıyor. Soruyu geçiştiremediğimi görüyorum.

Zihnim birden aydınlanıyor. “Sorunun yanıtı çantamda Mor Menekşe.” diyorum. Gerçekten şaşkınım. Gerçekten çok sevinçliyim. Gerçekten terapist olduğuma bir kez daha şükrediyorum. Mor Menekşe garip garip bakıyor. Bir önceki gibi soğuk bir espri zannediyor bunu da. Ağırdan alıyorum. Çantayı açıyorum. Ona hiç bakmıyorum. Kitabı çıkarıyorum. Onu şaşırtmak istiyorum. Yüz elli birinci sayfayı açıyorum. Tane tane okuyorum:

“’Neden kadınlarla erkekler camide bir arada olmasınlar’ diyerek, camiye gidenleri bir çırpıda gerici ilan edenleri bilmeden onaylamıştım… Bir kadın, nasıl kadınlar tuvaletinde bir erkek kendisini görürken aynaya rahatça bakamaz ve üzerini rahatça çekiştiremezse, ibadet ederken de kendi boyutlarında bir omuza, bir kalçaya değmeyi tercih eder… İbadet eden bir kadının erkekler arasında rahatça kendi olamayacağını, Allah rızasının yerini derhal ‘nasıl görünüyorum’, ‘karnım çok mu çıktı’ gibi başkalarının rızasını alma hevesinin dolduracağını anlamıştım. Başkalarının onayı. Hele erkeklerin onayı. Bu değil miydi bir kadının nefsini en çabuk teslim alan en dünyevi tanrı?”

Mor Menekşe gülüyor. “Cevaba bayıldım, özellikle karnım çok mu çıktı muhabbetine.” diyor ve ekliyor: “Kendimi bir an o durumda hayal ettim. Gerçekten erkeklerle yan yana namaz kılmak istemem. Gerçi namaz kılmıyorum ama bir gün kılarsam da istemem.”

Kitabı benden ödünç istiyor. Yok hayır!, bunu kimse istememeli benden. İçimi bir sıkıntı basıyor. Bunun nedeni kitabın büyük olasılıkla geri dönmeyecek olması ile kitabın kendisinden mahrum olacak olmam değil. Üzerini çizdiğim cümleleri başkasının görecek olması. Onlar artık sadece yazarın cümleleri değil. Yazardan aldığım ve artık benim de olan cümleler. Başkasının bunu bilmesini istemiyorum. Ayrıca birisi ödünç aldığı bir kitabı geri getirmediğinde benim altını çizdiğim cümlelerimi de geri getirmemiş oluyor.

Kitabı tabii ki vermiyorum. Ona önce sabah kitabı çantama nedensiz koyduğumu, buna kendimin de şaşırdığını anlatıyorum. Sonra bir kâğıda “Başkası Olduğun Yer-Leyla İpekçi” yazıyorum. Mor Menekşe duygulanıyor. “Bu olay, bana evrenin bir dili olduğunu bir kez daha gösteriyor. Ayrıca bu seansı sizinle değil Leyla İpekçi ile yaptık galiba. Ben kitabı alayım ve bir güzel okuyarak seansa devam edeyim.” diyor.

“Evrenin dili” tabirine takılmış, çok seviyor bu ifadeyi. Ben de seviyorum. Ve bir şeyler öğretirken öğreniyorum da. Belki bu da evrenin dilinin bir parçası.

Mor Menekşe’nin seansından sonra olan biteni bir kez daha gözden geçiriyorum. Terapist yanıma söyleniyorum: “Sabahki kitabı çantaya koymak isteyişimle ilgili müthiş yorumuna ne oldu? Anladın mı şimdi kitabı neden çantaya koyduğumu, aslında koydurulduğumu”. Terapist yanımın kibri sönüyor.

Dr.Mustafa ULUSOY

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş