Üniversite’de İlk Gün ...

3.907 Görüntüleme MAKALE 0 Yorum

Bu şehre ilk defa adımımı atıyordum, bin bir hayalin eşiğinde… Benliğimi yeni bir şehirde okumanın hazzı sarmıştı. Kaydımı yaptırmak üzere üniversite kapısına yaklaşmaya başladığımda, yoğun bir kalabalıkla karşılaşıyordum… Kalabalığın büyük bir bölümünü “Nur”lu insanlar teşkil ediyordu. Nur Suresi’nin Nur’unu büyük bir “iftiharla” taşıdıkları, Rab’lerinin Ahzap Suresinde emrettiği “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar.” Ayetini uyguladıkları belli oluyordu.

Erkeklere nedense(!) bakmayan ve uyarmayan polis engelinden geçmiştim. Kaydımı yaptırmak için gerekli işlemlerimi geçirdikten sonra üniversiteye kayıt olmanın heyecanıyla dışarı çıktım. Lakin sevincim fazla sürmedi… Kapıda bir müddet etrafa göz gezdirmenin akabinde sevincimin, heyecanımın ve ayaklarımın yavaş yavaş aşağı inmesiyle inmeye başladım merdivenleri…

Çevreye göz attığımda Ahzap Suresi’nin emrini ifa eden insanların sadece yarısı gözüküyordu(!) Anlaşılan o ki, kalanlar kaybolan yarısının velilerini oluşturuyordu. Kalbim kendini hesaba çekmeye başladı. Aklım ise, Risale-i Nur’da ki bir bölüme saplandı, kaldı. “…O şefkatli valide… Bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor…”

Ormanıma Başörtülü Giremezsin - İbrahim ÖzdabakTahsil etme durumunu iyi tahlil etmek gerekiyor. Nerde, nasıl bir tahsili İslam emrediyor? Her Mü’min için ilim şart. Fakat nasıl ve ne şekilde öğrenilecek bir ilim? İslam’ın farzlarından taviz vererek yapılan bir ilmi Cenab-ı Hak nasıl karşılayacak? Bu ve buna benzer sorularla karşı karşıyaydım. Buna, Bediüzzaman’ın Barla hayatı şöyle bir müjde veriyordu “Hanımlar, sırf Allah rızasını tahsil için, safvet ve ihlâsla, Risale-i Nur’daki parlak ve çok feyizli Kur’an nurlarına bağlanmış ve kalplerinde sönmez bir muhabbet ve sevgi besleyerek dünya ve ahirette bahtiyar olacak bir vaziyete kavuşmuşlardır.” Akabinde gelen Said Nursi’nin duası da bir o kadar manidardı. “İnşa-allah, ekserî hanımların böyle olmasını, rahmet-i İlahîden kuvvetle îtikad ve ümit ve niyaz ediyoruz.”

“Tarih, tekerrürden ibarettir. İbret alınsaydı hiç tekerrür eder miydi?”

1900’lü yılların başlarına bakıyoruz, bu zamanda olan Başörtüsü yasağını o zamanda şapka kanunları olarak bir benzerini görüyoruz. Bildiğiniz üzere şapka zorunlu tutulmuş ve bu uğurda birçok İslam Uleması asılmıştı. Bu metanetli insanlar bırakın şapkayı giymeyi, başlarında İslam’ın şiarı olan sarığı çıkarmaya dahi tenezzül etmemişti. İskilipli Atıf Hoca gibi birçok âlim hayatları boyunca bu zorlamayla mücadele etmiş olup, daha sonraları başını vererek davasındaki samimiyetini göstermişti. Öyle ki bu samimiyet, rüyasında Peygamber Efendimiz (s.a.v)’i görerek, Efendimiz’in “Niçin hala müdafaa karalıyorsun?” müjdesine nail oldurmuştu. Bu müjdeye binaen müdafaalarını bir çırpıda yırtmış, Peygamber Efendimiz(s.a.v)’in yanına gitmek için darağacına çıkmıştı.

Bediüzzaman Said Nursi’ye baktığımızda, “Bu sarık, bu başla çıkar” sözünü söylediğini görürüz. Sarığı dahi ne pahasına olursa olsun başından çıkarmayan metaneti okuruz … Bırakın farz olan başörtü meselesini, sarık sarmaktaki hassasiyetini ortaya koyuşunu görürüz… İleride gelecek olan nesle bu tavırlarıyla numune-i imtisal olmuştu bir bakıma… Kaldı ki Bediüzzaman, tesettür meselesine önem vermiş, Risale-i Nur Külliyatı’nın birçok kısmında yer vermiştir. Hayatına baktığımızda sadece Tesettür ayetinin tefsirinden dolayı 11 ay ceza aldığını görürüz. Bu tür kanunları “lastikli kanun” olarak ifade eden Bediüzzaman verilen cezayı da çekerek ödüyordu. Zira her tarafa çekilebilecek bu tür lastikli kanunlar adeta kişilerin İslamiyet’e dair samimiyetlerini ölçüyordu. Aynı İskilipli Atıf Hoca’nın Sarık yüzünden gösterdiği samimiyeti gibi… Aynı sadece bu konudan dolayı çeşitli cezalara tutulan Bediüzzaman’ın çizgisini kırmayarak gösterdiği sebatı gibi…

Sebatkar, metanetli, sarsılmaz, sıkıntıdan usanmaz, samimi gibi sıfatları kazanmak kolay olmamalı zaten… Hani derler ya “Her kişinin değil, er kişinin…” meselesi… Rabbim samimiyetimizi muhafaza etsin…

Üniversite’de İlk Gün…

Kısa bir süreden sonra okula başladığımda sınıfıma girerek yerime oturdum. Sınıftaki arkadaşlarla tanıştıktan sonra okul bitiminde çıkışa doğru yol tutmaya başladım. İlk gün oldukça hareketli geçmişti. Okulun giriş ve çıkışında sıkıntılı-stresli insan sayısının çok olduğu her şekilde anlaşılıyordu. Bu sıkıntıları yaşayanlar yeni kayıt olanlardı. Başımı öne eğerek, o halin verdiği asabiyetle evin yolunu tutmuştum. Sınıfı düşündüğümde iki kişinin sıkılmış bir şekilde köşede oturduklarını anımsadım. Erkeklerle muhatap olmadıkları, üstlerine giydikleri par düselere sıkıca sarılmış bir şekilde oturdukları aklıma geldi. Yasağın ne kadar kuru bir yasak olduğunu düşünmeye başlamıştım. İnsanların kızların başına aldıkları bir başörtüden korkar hale geldiklerine kanaat getirmiştim. İçimden “yazık!” diyordum. Sistemi ve o sisteme ayak uyduranları uzun uzun düşündüm. İlk haftalarım bu karmaşa içinde geçmişti.

Dönemin ortaları gelmişti… Artık okuluma iyice adapte olmuş bir öğrenci olarak gidip geliyordum… Sistemin değiştirdiği kesim anlaşılan sadece kızlar değildi. Bizleri de değiştirdiği aşikardı. Çünkü ilk başlarda olaylara karşı duyduğum sıkıntılı halim, olayları sıradan bir hal olarak görmeme kadar değişmişti. İlk başlarda sisteme çok yüklenirken daha sonraları bu serzenişim sisteme ayak uyduranlarda daha ağır bastı. Çünkü sebep olan yapan gibiydi. Eğer çoğunluk bu sisteme uyarsa sistem tutar ve değişmesi zor hale gelirdi.

Değişim her yönüyle devam ediyordu. Giriş ve çıkışlarda oluşan sıkıntı, artık oluşmuyor gibiydi… Artık onlar içinde eskisi gibi önem taşımayan bir hal almıştı. Artık sınıfta bahsini ettiğim kızlarda erkeklerle kolayca sohbet edebiliyor, şakalaşıyorlardı… Ne de olsa bir müslümanın sosyal ilişkilerinin iyi olması gerekiyordu(!)

***

Dönem sonuna yaklaştığım şu günlerde durumun nasıl olduğunu az çok tahmin etmişsinizdir. Giriş – çıkışlar sadece bir açma kapama yeri gibi. Ne de olsa ilim öğrenmek gerekiyor… Sınıfın durumuna gelince, artık sınıf fazla sıcak olduğundan olacak ki(!), üstlerindeki par düseleri çıkararak ders dinliyorlar. Bir Müslüman güzel görünmeli kaidesince giyinmeye başladılar… Meğer ne kadar banel giyiniyorlarmış(!) Beşeri münasebetlerini söylemeye gerek duymuyorum zaten oldukça iyi durumda… Son durum olarak artık bir tanesi okula da başörtülü gelmiyor. Değişim, her zaman devam ediyor…

Öte Yandan, lastikli bir kanunla yapılan “kuru bir yasak” sandığım bu yasağın birçok planı da içinde barındırdığını idrak ettim. Yalnız belirtmeliyim ki, Nur Suresi’nin nurunu her gün kapıda bırakıp içeriye yalnız olarak girmeyen, O nuru bir şeref ittihaz edip nurunu iftiharla taşıyan , “ Bu başörtü bu başla çıkar.” Diyebilecek samimiyeti bulunan, Allah rızasını tahsil etmek için dini değerlerinden cevaz vermeyenleri tenzih ediyorum. Onların bir takdire, iltifata, tebrik edilmeye ihtiyaçları yok! Zira Onları Yaradan takdir eylemiş, yaratılana ne hacet…

Her saniye “Altın mıyız? Yoksa Bakır mı?” diye vurulan Cenab-ı Hakkın mihenk taşlarında Her saniye altın çıkabilmek duasıyla…

Furkan Demir

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş