2.708 Görüntüleme MAKALE 1 Yorum

Babam ve Oğlum

“Babam ve Oğlum” filminin sessiz-sedasız, reklâmsız dört milyona yakın insan tarafından gözyaşlarıyla izlenmesini siz nasıl açıklarsınız, bilmem; ama ben filmin iki farklı nesil baba-oğulun farklı yaralarına parmak basmasını öne sürerim. Bir tarafta, otorite/metanet/sertlik heykeli gibi görünse de, içten içe şefkatini yağmur yüklü bir bulut gibi oğluna akıtmak isteyen ama kendini aşamayan “eski” tarz bir baba; diğer tarafta, babasının kuvvetli ve şefkatli elini omuzunda hissedememenin ezikliğini yıllarca içinde taşıyıp kendi oğluna amansız bir nedenden ötürü şefkatini cömertçe sunamamaktan muztarip yaralı genç bir baba…

Bir felâket ve helâket asrıdır modern zamanlar. Belki de, en çok yerleşik değerler ve ilişkiler almıştır nasibini bu helâketten. Babaları ve oğulları koparmıştır birbirinden meselâ zalim modernlik. Sanayi Devriminden sonra şehirlere göç eden ailelerin hali sadece maddî fakirlik değil, manevî/duygusal yoksunluk açısından da içler acısıdır. Babalar artık doğan güneşle birlikte fabrikalara veya bürolara akın eden, geç vakte kadar çalışan, gece eve yorgun-argın gelen, çocukların uykulu gözlerle hayal-meyal ama hep hüzünle ve özlemle uzaktan gördüğü gölge varlıklar haline gelmiştir.

O yüzden, babalar, erkek çocuklar için yürekte bir yaradır. Hiçbir annenin dolduramayacağı bir boşluktur. Tutulamayan, saçlarında gezindiği hissedilemeyen, uzakta duran kocaman ellerdir. Ve bu birkaç yüzyıldan beri böyledir.

Baba artık oğlunu kendi mesleğinde eğitmek için kendi mekânına—tarla, dükkân, vs.—ve aslında oğlunu annesinin kadınlara mahsus dünyasından alıp erkeklerinkine buyur eden bir figür değildir. Oğlunu hem evde (anne) hem ulus-devletin türedi okul sisteminde (öğretmen) kadınlara teslim etmek zorunda kalmıştır. Uzaktadır. Özellikle oğlundan uzakta.

Ve modern zamanlar en çok erkek çocukların yetim kalışının öyküsüdür.

Erkek çocuklarını evet anneler doğurur, ama onları babaları oldurur. Tarlada, dükkânda babalarıyla birlikte geçirdikleri zaman sadece bir sanatın, zenaatin ya da geçim yolunun talimi değil, aynı zamanda çocuğun içindeki erkeğin filizlenmesinin yoludur. İşte, Sanayi Devriminden sonra babaların “işe gitmesi,” çocukların dünyasından çıkıp uzaklaşması ençok oğlan çocuklarının erkek özelliklerini kazanma sürecine ket vurmuştur ne yazık ki. Türkçe’ye Sert Erkek, Güçlü Erkek diye çevrilen Iron John isimli kitabında Robert Bly bu sürecin ne denli sancılı olduğunu anlatır.

Demir John masalının simgeleriyle oğlan çocuğun içindeki gizli erkeğin ortaya çıkış serüvenini anlatırken, Bly, masalda çocuğun annesinin yastığının altındaki anahtarı çalmasının simgelediği özgürleşme ve bağımsızlaşma adımının altını çizer. Annesinden özgürleşemeden tam anlamıyla erkeklerin dünyasına adım atamaz oğlan çocukları. İşte baba, tam da bu noktada, çocuğun annenin kadın dünyasından erkeklerin dünyasına geçiş yapmasını kolaylaştıran kişidir.

Tekrar etmek gerekirse, babanın evden uzaklaşmasıyla, erkek çocuğun ruhunda annenin hiçbir şekilde dolduramayacağı bir boşluk açılır. Öyle ki, anne erkek çocuğunun üstüne düştükçe daha da büyüyen, çocuğa daha fazla kadınsı bakış açısını telkin eden bir süreçtir bu.

Dert de babadır, derman da!

Erkek çocuk ancak annesinden ve kadınlara özgü dünyadan koparak erkekliğe, bağımsızlığa, sorumluluk almaya adım atabilir. Bu zor, sancılı yürüyüşü ise ancak bir erkeğin, meselâ babasının elini tutarak gerçekleştirebilir. Tıpkı Bly’ın kitabında temel aldığı masalda çocuğun annesinden anahtarı çalıp kafesteki Yabani Adam’ı özgürlüğe kavuşturduğu gibi, erkek çocuğunun içindeki Yaban Adam’ın yani saklı erkeğin ortaya çıkması ancak anneden özgürleşmeyle gerçekleşebilecektir.

Kadınsı yönü ağır basan, annesinden özgürleşememiş erkek çocukları yetişkinliklerinde, meselâ evlendiklerinde, sorunlarla boğuşmak zorunda kalırlar. Erkeklerden beklenen bağımsız, güçlü, sorumlu, problem çözen, sorunların üstüne giden figür yerine, kadınları hayal kırıklığına uğratan tembel, uyuşuk, naif bir “erkek” resmi çizmeye meylederler.

Evden, çocuklarından uzakta çalışıp eve bir “hayalet” varlık gibi gelirken, babalar oğullarını eksik bıraktıklarının ne kadar farkındadır? Kız çocukları anneleriyle bir ölçüde tamamlanabilirler belki, ama erkek evlâtlar nesilden nesile, babadan uzaklığın sonucu olarak kadınların dünyasında fazlaca kalmalarından dolayı kadınsı bir ruh haline bürünürler. Ve yetişkinlerinde ya sancılı—erkek kimliğini kazanma sürecini—geç de olsa yaşamaya çalışırlar, ve içlerindeki erkeği hapsolduğu yerden özgürlüğe kavuştururlar. Ya da kaçarlar. İçkiye, daha fazla işe, kendilerini değerli hissettirecek başka bir kadına kaçarlar.

Evin direği, kadınlar üzerinde bir “kavvam”dır ideal erkeğin konumu. Koruyup gözetleyen, sorumluluk üstlenen, inisiyatifi elinde tutan, güvenilen erkektir. Kadın ile erkeğin arasındaki ilişki o denli önemlidir ki, bazılarınca yanlış anlaşılan bir hadis-i şerifinde Hz. Muhammed (asm) “Bir insan AIlah’tan başkasına secde edebilseydi, kadının kocasına secde etmesini emrederdim” demiştir.

Burada itaattir aslolan. Bakışımızı kadına değil erkeğe yoğunlaştırdığımızda, neredeyse secdeye varacak kadar itaati hak edecek bir erkek resmi çıkar hadisten. Nebevî dille “Neredeyse secdeye mazhar olacak kadar Rabbinin emirleri doğrultusunda sağlam ve güçlü durmalısın!” “Sen halifesin! Halife Allah’ın gölgesidir. Aslından ayrı hareket etmeyen, o yüzden neredeyse secde edilecek kadar asla işaretçi olan bir gölge!” mesajı ve emri verilir.

Bugün evlerin direği yıkılmış ya da sendeliyor. Secdeye yakın bir itaati hak edecek bir profil çizmiyor artık erkekler. Ve nesilden nesile oğlan çocuklar içlerindeki erkeği özgürlüğüne kavuşturamadan oğul sahibi oluyorlar.

Erkekler mutsuz. Mutsuz, çünkü içlerindeki bağımsız, sorumlu, inisiyatif sahibi erkek kör kuyularda özgürleşmeyi bekliyor. Onlar o kuyudan çıkmadan erkekler de mutsuz kalmaya ve kadınları mutsuz etmeye devam edecekler. Babaların mânen yetim bırakarak kadınlara terk ettiği, annelerin farkında olmadan kadınsılaştırdığı erkekler, eşlerine “büyük oğlan” tavrıyla yaklaşmayı sürdürecekler. Kendisi kol kanat gerilmeye, şefkate, gözetlenmeye, kısacası erkeğe muhtaç kadınlarından şefkat, sorumluluk ve erkeksi tavırlar beklemeyi bırakmayacaklar. Daha kötüsü, evden kaçarken oğullarını da aynı talihsiz serüvene itecekler.

Elhasıl, kadınların da, oğulların da ve aslında annelerin de kurtuluşu, erkeklerin elinde: Onların sahici anlamda erkek kimliğine ve sorumluluğuna kavuşmalarında. Kendilerinden beklenen “kavvam” ünvanına lâyık olabilmelerinde. Kadınların da neredeyse secde edercesine itaat etmekten yüksünmeyecekleri erkek statüsünü tekrar kazanmalarında…

Murat ÇİFTKAYA

Karakalem Dergisi

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş