Nietzsche ve Babaannem - Mustafa Ulusoy

2.945 Görüntüleme Kitap 1 Yorum

Hayatın anlamı, ölüm, hiçlik, sonsuzluk arzusu, mutsuzluk, anlaşılamama, hayata ve kâinata yabancılaşma...

Mustafa Ulusoy, dış dünyadan taşıdığı gözlemleri, özellikle bir psikiyatrist olarak şahit olduğu olayları kendi iç dünyasında yaşadıkları ile iman potasında eritiyor ve saflaştırıyor bu kitabında.

İnsana dair, size dair, bize dair bir kitap...

Sunuş

İLK OLMAK, ZORDUR. Allah’ın arzında ilk anda en iyiyi ortaya koymak bugüne kadar yalnızca bir kişiye nasip olmuştur. Şu yeryüzünde ilk yapan, ama en mükemmel yapan olarak, yalnızca sahib-i Mirac (a.s.m.) vardır.

Aşmak bir yana, ulaşamadığımız bu eşsiz örneğe mukabil, bizlerin ‘ilk’leri ‘en iyi’ler olamıyor. Bilakis, hayatlarımız, olsa olsa, iyi-daha iyi-en iyi sürecini izliyor.

Nietzsche ve Babaannem - Mustafa Ulusoy

Arkadaşım, dostum ve kardeşim Mustafa Ulusoy’un çalışmalarını kitaplaştırırken, bu gerçekle bir kez daha yüzleşmiş oldum. Bu kitap, onun bugüne dek aynı çizgi dahilinde yazdığı yazıların derlenmesi ile günyüzüne çıktı; ama kitapta yer almayan yazılar bir araya toplansa, herhalde kitaplaşanlardan daha kalın bir dosya olurdu.

Maamafih, bunu söylerken, onun bu kitapta yer almayan yazılarına ‘değersizlik’ atfetmek istemiyorum. Bilakis, böyle bir durum ortaya çıkmasının ardında, Mustafa’nın bilhassa son üç yılda çizdiği çok başarılı üslûb grafiğinin rolü var. İnsan ‘daha iyi’ye alıştırılınca, ‘iyi’ler pek gözüne görünmüyor!

Mustafa Ulusoy’la, bir yazısında da ihsas ettiği üzere, ‘umulmaz’ bir zamanda tanıştık. Rabbimiz, bu tanışmayı daimî kıldı; ve hayatımızın son onbeş yılında bizi birbirimizden ayrı ve uzak bırakmadı. Bu süre zarfında, bilhassa ‘ders müzakereleri’ vesilesiyle, mutad, düzenli ve sürekli görüşme ve konuşmalarımız oldu. Gelin görün ki, onbeş yıla şöyle bir kuşbakışı baktığımda, açık söyleyeyim, bu kalem daha da verimli olabilir, meselâ bu ‘ilk kitap’ için bu kadar beklemeyebilirdi diye düşünüyorum. Bu noktada, ağır tıp eğitiminin, sonra bir o kadar ağır psikiyatri uzmanlık eğitiminin rolünü görmezden geliyor değilim. Ama en azından bundan sonra, Mustafa Ulusoy’un ‘okumalar’ın yanısıra ‘yazmalar’a daha fazla zaman ayıracağını umuyorum. Zaten, bilhassa bu ‘meslekî eğitim’ yükünü hafiflettiği son birkaç yılda yazdıklarının daha derli-toplu, daha oturmuş ve daha kendinden emin olduğunu; kendine has bir tarz ve bir üslub kazandığını görüyorum. “İnsan Sûretleri” bölümündeki yazılar, bunun çok hoş örnekleri. Bilhassa “Yüzleşme noktası” ve “Odanın rengi”ni tavsiye ederim. Ayrıca, “Otistik hayatlar”dan hissenizi kapıp, “Beş zaman, beş dönüşüm”ü kendi hayatınıza uyarlamanızı özellikle elzem buluyorum. Bu kitabın da başlığını oluşturan “Nietzsche ve babaannem”de ise, yazar, yeni bir dönemecin eşiğinde gibi gözüküyor. Zira, hemen her yazının ardında Kur’ânî bir tefekkürden yansımalar sezilmekle birlikte; bu yazıda, yansımalar zaman zaman öne geçiyor ve yazar, konunun tam ortasında Kur’ân’ı konuşturuyor. Mustafa yazılarını insanı yaratan, insanın muhatap olduğu bütün eşyayı da yaratan Hakîm-i Rahîm’in Kelâmına ne kadar çok açarsa, yazılarının da o kadar büyük açılımlar sergileyeceği düşüncesindeyim. Bunun için ise, Kur’ân ve nebevî miras üzerine daha yoğun ve daha doğrudan muhatabiyetler gerektiğini düşünüyorum.

Aynı şekilde, ‘psikiyatri’ tabanını sağlam bir biçimde inşa ettiğine inandığım yazarın, bu tabanı genişleterek topluma, yaşanan çağa, bir bütün olarak insanlık tarihine, hususan düşünce tarihine uzanan keşif yolculukları yaşaması sanırım ufkunu ve üslubunu daha da geliştirecektir. ‘İnsanın’ sorunlarından ‘insanlığın’ sorunlarına uzanan bir seyahat sayesinde geleceğini umduğum; ciddiyeti, düşünce temeli ve de çalışkanlığı itibarıyla bunu başarma istidadı olduğunu şimdiden gördüğüm sevgili arkadaşım, inşaallah böylesi ‘keşif yolculukları’ndan hepimiz için son derece önemli ‘gezi notları’yla dönecektir.

Geleceğe dair uzunca ‘serd-i kelâm’ etmemin sebebi, elinizdeki kitaptır. Bu kitabın, en çetin ve en hayatî konuları olabildiğine rahat ve yumuşak bir üslub içinde ve de imanî bir temelde tahlil ediyor olmasıdır. Bu kitap, bir nevi ‘iman-küfür muvazeneleri’ veya ‘hidayet-dalâlet mukayeseleri’ şeklinde özetlenebilecek genel yaklaşımıyla, herkes için önemli çıkış yolları sunuyor. R. D. Laing gibi ‘meslekten’ birinin “Seküler psikiyatri şaşıya yol gösteren bir kör durumundadır” tesbitini yaptığı ve lâkin şaşıların tedavi için körlere koştuğu bir çağda; sanırım psikiyatriste gelenler kadar, psikiyatrinin kendisine bir yol göstermek gerekiyor ve bunun yolu, Laing’in ima ettiği üzere, ‘seküler olmayan’ bir psikiyatriden geçiyor. Bu ise, insanın en temel sorularını ve en temel acılarını İlahî Kelâmın dersi, Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) talimi ile tahlil etme istidadı olanlara düşüyor. Mustafa Ulusoy niye onlardan biri olmasın ki?

Kaldı ki, “‘Harita-i insâniye’de yolculuklar” başlıklı bölümde çok ‘hafif’ ve çok ‘latif’ bir üslub içinde ele aldığı konuları oturttuğu temel, onun bu yolda neler yapabileceğini haber veriyor.

Kitabın başlığına dair de, bir çift sözüm var. Bu başlık, esasen, kitabın—ve esasen hayatın—tamamına hakim olan iman-küfür, hidayet-dalâlet, hayır-şer mukayesesini net bir biçimde ihsas ediyor. Ancak, unutulmaması gereken bir husus var: Sevgili kardeşim, ‘babaanne’sinden bir adım ileride ve bir kat fazla sorumlu haldedir. Zira, babaannesi, anlaşıldığı kadarıyla, Nietzsche’den ve onun temsil ettiği şeyden habersizdi. Ama ‘torun,’ Nietzsche’yi; onun acılarının, keza sapmalarının kökenini biliyor. O halde, belki Nietzsche gibi kalbi ‘küfr-i inadî’ ve ‘nefsin firavunluğu’ ile körleşenlere değil, ama en azından doğru yoldan gidiyorum diye yan yola sapan ‘şaşı’lara yol gösterecek yeni yeni çalışmalar ortaya koyması gerekiyor. Zira, Resul-i Ekrem (a.s.m.) ‘Yarabbi! Senin arzında Seni tanımayan tek kişi kalsın istemiyorum” mealindeki bir münacatın sahibidir; ve her mü’minin bu dokunaklı münacatın içerdiği cehd, şevk ve şefkatin bir cilvesini taşıması gerekir.

Mustafa Ulusoy’a bu yolda ‘hayırlı yolculuklar’ diliyor; Rabbimizden, emsalinin sayısını arttırmasını niyaz ediyorum.

METİN KARABAŞOĞLU

İstanbul, 1997

Önsöz

HİÇBİR ŞEY HAYAT KADAR şaşırtıcı değil. Hiçbir şey, insana, kâinatta olup bitenler kadar hayret vermiyor. Hiçbir şey insanı kendi iç dünyasında olup bitenler kadar hayrete sevketmiyor.

Bu kitap, işte, insanın varoluşu karşısında duyulan bu şaşkınlık ve hayretin bir ifadesi olarak yazılmıştır.

Bu kitabın yazılması birçok insanın katkısıyla oldu. En başta, kitabın editörlüğünü üstlenen Metin Karabaşoğlu yazıların kitaplaşmasına çok katkıda bulundu. Ali Mermer’le hayatımın kritik bir döneminde tanıştım ve ihtiyacım olan birçok zor dönemde bana çok destek oldu. Yazıların birçoğunu okudu, eleştirdi. Murat Çiftkaya ve Senai Demirci her daim iyi bir arkadaş olduklarını gösterdiler. Her ikisi de birçok düşüncenin filizlenmesinde yardımlarını esirgemediler.

Annem Hatice ve babam Halil Ulusoy hayattaki önemli birşeyi benden hiç sakınmadılar. Bana hep dua ettiler ve sevgilerini böyle ifade ettiler. Yaratıcının en büyük lütuflarından biri olan ailenin sıcaklığını kardeşlerim Hacer, Menşure, Betül ve Seyda ile yaşadım; onlar, ‘bağlılık’ denilen duyguyu tatmama ve bu duygunun gelişmesine vesile oldular.

Eşim Zerrin, yazı yazarken duçar olduğum asabî hallere katlandı; içinde taşıdığı masumiyet ile, beni hayatımda yolunda gitmeyen şeylerle yüzleştirmekten kaçınmayarak kendimi sorgulamama vesile oldu ve iyi bir yoldaş, takdir edici bir arkadaş olduğunu gösterdi.

Bana saatlerini ayırarak iç dünyalarını aralayan hastalarım ise insanın yaşadıklarını dile getirmesinin her türlü zorluğuna katlanarak bana hep ‘insan’dan bahsettiler. Ve başka birçok insan birçok yerde ve zamanda hayattan ve hayatlarından bahsettiler ve hayatlarının önemli ayrıntılarına işaret ettiler.

Hepsine teşekkür ediyorum.

MUSTAFA ULUSOY

İstanbul, 1997

Mustafa Ulusoy

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş