2.439 Görüntüleme MAKALE 0 Yorum

Öyle diyor Yunus Emre. Toprağın, hak kapısı, rahmet kapısı olduğunu söylüyor. “Rahmet bize yerden yağar” diyor.

Kara kuru bir tohum, toprağın gecesine girmeden gün yüzüne çıkmıyor, çıkamıyor. O simsiyah toprak perdesinin arkasında, bembeyaz bir rahmetin ışıltısı var. Yüce Yaratan rahmetine en geniş bir tecelli yeri yapmış toprağı.

Toprakta bir sır var.

Çocuklar niye sever, niye düşer kalkar toprağa? Bir beden niye girer oraya? Ölenler toprağı yorgan gibi niye çeker üstüne? Sorular çok, sorular zor. Bir sır bu. Koca Ömer Ağabey de hakka yürüdü. O sırra, o da büründü.

Şimdi elimde yakın zamanda çekilmiş bir fotoğrafımız var. Bakıp bakıp duruyorum o gülümseyen yüzüne. Allah için yaşamayı, Allah için sevmeyi bilen biriydi. Dergide ve gazetede yazdıklarımızın en hararetli okuyucusu, en takdir edici yoldaşıydı. Dudaklarına ne de güzel yakışırdı o dolu dolu söylediği ‘Allah’ sadâsı.

Bir vuslat demi olmuştur İnşallah ölüm onun için…

***

Bir gün kuru kahve sattığı dükkânında, müşterilerine karşı cömertçe davranışı, bol kepçeden verişi dikkatimi çekmişti. Biraz takılayım dedim:

“Ağabey, sen böyle bol bol vermekle ne kazanıyorsun?” diye sormuştum.

Gülümseyen bir yüzle:

“Dost kazanıyorum kardeş, dost!” demişti.

Cenazesinde gördük işte ne kadar dostu olduğunu... Camiler almadı cemaati, sokaklara taştı dostlar. Cenaze namazı Serdivan Kabristanı’nın geniş meydanında kılınabildi ancak. Ne kadar seveni, dostu varmış bildik, öğrendik Ömer Toçoğlu Ağabey’in.

Ölümü hiç bu kadar yakın bulmamıştım, duymamıştım kendime. İnsanın candan bir yakını ölünce, ölümü kendine daha yakın hissediyormuş meğer. Aslında en yakın ölüm, kendi ölümüdür insanın yine kendisine... Ama kendimizle dost ve yakın olamadığımız için, ölümü çok uzaklarda bir şey zannediyoruz.

En yakın ölüm, bir başkasının değil, kendi ölümüdür insanın yine kendisine.

Bin can öldü, bin can göçtü sanki o gün. Ruhumdan bir parça, sanki onunla beraber gitti o gün.

Ömer Ağabey de ölümün ve sonsuzluğun pınarından bir yudum tattı. Burada öldü, ötede doğmak üzere... Bir evden diğer eve taşındı. Her iki evin de sahibi Allah’tı (cc).

Mülkün sahibi olan Mevlâm, getirip götürüyor. Ecel gelince gitmemek olmuyor. Geride kalan biz fâniler, ölmedik diye avunmayalım boşuna. Her ölüm biraz da kendi ölümümüzdür. Bir kuş kanatlandı, uçtu gitti ötelere. Ağlasın geride kalan ten kafesi. Kuş kavuştu ormanına. Şimdi düşünsün her insan alıp verdiği her nefesi. Çok uzun zannederiz ama bir nefestir hayat. O nefes, bir gün son nefes oluverir. Ve beden toprağa giriverir.

Rahmet bize yerden yağar.

Toprağa karıştı nazik beden, geldiği yere döndü. Ruh ise uçtu gitti semâvî ülkelere. Karıştı İnşallah iyilere, güzellere. Yoldaşı iman olsun, melekler olsun İnşallah. Işığın peşinden gitti. 63 yaşında ve nurlar içinde.

Ölümün gölgesi üstüne düşen gidiyor. Vakti gelince bedenini toprağa bırakıyor. Ruhlar, 124 bin enbiyanın, 124 milyon evliyanın peşi sıra bir bir gidiyor. Yok oluş, sönüş, mahvoluş değil ölüm. Işık; kaynağına dönüyor, geldiği yere. Mumun ışığı sönmekle yok olmuyor.

Ölümü kalbimize kazıma ve yazma zamanıdır. Ölümü kalbimize yerleştirme vaktidir.

Yaşlılık, hastalık, kaza, belâ, musîbet ne varsa, binbir perdeleri bir bir açmadan ve aşmadan ölümün güzel yüzü görünmüyor. Ölümün siyah peçesi, korkunç görünen o zahirî yüzü açılmadan, arkasındaki güzellikler görünmüyor.

Hem orada kimler yok ki… Nur yüzlü dedeler, nineler, anneler, babalar, hepsi orada… Hem orada o (asm) olduktan sonra, burada bırakılmayacak ne var? Hem Allah çağırdıktan sonra kalan kim ki? Dost çağırdıktan sonra gitmemek olmaz. Hem gitmeyecek kim var ki? Şükürler olsun Allah’a; ümidin, duânın ve sevincin sesi gökleri dolduruyor.

Rahmet bize yerden yağıyor.

Kuruyan dalları yeşerten Rabbim, yeryüzünü çiçeklerle, meyvelerle dolduran Rabbim, kapkara kupkuru toprağı bir mahşer yerine çeviriyor her baharda. Dirilişin meydanı yapıyor. Rahmetinin en geniş tecellisini toprakta gösteriyor.

“Toprağa girip yatmaktan korkmamalı insan. Çünkü bedenin sükûnet bulacağı yer orasıdır.”

Toprağa giren bir tane ve bir tohum, tohum olarak değil, bir ağaç olarak çıktığı gibi; mahşer günü de bir beden, o topraktan ebedî bir hayatın ve cennetin meyvesini vermek üzere çıkacak.

Ey yüce Allah’ım! Senin emrin olmadan bir insan değil, bir yaprak bile düşmez o toprağa.

Kâinat, dünya ve biz, beklemedeyiz. Nefesimizi tutmuşuz; vaktin, saatin gelmesini bekliyoruz.

Olan ve olacak olan ne varsa, Sen ‘ol’ dediğinde olur ancak.

Ey yüce Rabbim! Mülk senin, beden senin, kalbim senin. Yıldız yıldız, zerre zerre, sonsuz hamdler ve şükürler ediyor bendeki Sen’in her bir emanetin…

***

Son kahramanlardan, son hizmet erlerinden biriydi Ömer Ağabey. Kolları genişti, herkesi açar, kucaklardı. İsmi gibi cismi de koca bir Ömer’di. Asr-ı Saadet’in yıldızlarının izindeydi. Son nefes öncesi içeceği suyu bile hak etmediğini düşünecek kadar yiğitti.

Sevdiğin en güzel duâlarla, münâcâtlarla, cevşenlerle, Risâle-i Nûr’larla… Okuduğun, bellediğin ve ezberlediğin o kitapların her bir harfinin diliyle, binler duâlar olsun senin ruhuna İnşallah. Efendimizin (asm) şefaatine nâil olasın. Mekânın Cennet olsun İnşallah. O kadar yürekten söylediğin o sözün sahibinin, ‘Allah’ deyişinin hatırına, maşukunun cemâliyle müşerref olasın ey koca âşık İnşallah.

Rahmet bize yerden yağar.

Toprakta çok sırlar var.

O sırları daha yakından bilmeye, görmeye gittin İnşallah.

Ömer Ağabey’de bir çocuk saflığı vardı. Güzel bir insandı, hep gülümseyen bir insandı... O yüzde, herkese gülen ve güven veren bir hâl vardı. Dâvâsını yaşamaya azmedene kucak açarak, kollardı. Yiğitti, heybetliydi. Ama günahlardan çekinmekte bir güvercin ürkekliğindeydi.

Şimdi bize düşen yeni insanlar katmak bu kervana. Onlarca, yüzlerce Ömer’ler bulmak. Her daim karanlıklara bir ışık olacak, güneş gibi doğacak, her daim gülen bir yüz, vefalı dostlar katmalıyız bu kervana. Duâsını yapmalıyız onların, aramalı, bulmalıyız.

İman anahtarının nice kapılar açtığını biliyoruz. ‘Ölüm’ denen o sırlı kapıyı da ‘Bismillah’ diyerek açanlardan olmasını diliyoruz Ömer Ağabeyimizin İnşallah. Anne topraktan sürekli geliyor o rahmetin dâveti. Toprak çağırınca gitmemek olmaz. Çünkü rahmet bize yerden yağar.

Evet, bir parça koptu ruhumdan. Bir yanım onunla beraber gitti. Duâlarımız da İnşallah…

Çocukların ve ihtiyarların yüzü toprağa dönüktür neden? Neden toprağa düşer, kalkar çocuklar, neden? Toprakta bir sır var. Bir sır var ki; Rahmet bize oradan yağar. Rahmet bize yerden yağar.

Toprağa giren kaybolmaz, yok olmaz. Şefkatli annemizdir toprak, bağrına basar, bağrında saklar emanetini, tâ mahşere kadar.

63 yaşında vefat eden Ömer Ağabey’e Hz. Peygamber’in (asm) şefaatini niyaz ediyoruz. Rabbim rahmetini yâr eylesin. Günahlarımızı, taksirâtımızı affeylesin. Yüce ve mübarek ayın hürmetine, cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin İnşaallah.

NOT: Ömer Ağabey’in vasiyeti üzerine defninden hemen sonra kabrinin başında 17. Lem’a’nın 12. noktası okundu. Sevgili Üstad’ının diliyle bir ders verip gitti son anda o muhteşem kalabalığa. Dersleri çok sevenin, son dersi de muhteşem oldu. “İnsan nasıl yaşarsa, öyle ölür” hakikati bir kere daha tecelli etti.

Selim Gündüzalp

Yeni Asya Gazetesi

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş