1.822 Görüntüleme MAKALE 0 Yorum

Amacım bulimiya hastalığından bahis açmak değil. Meramımı anlatmak için değineceğim sadece. Tipik bulimiya nöbetleri yaşayan bir kişi arkadaşlarıyla yemekte olsun.

Bu kişi kendini tutamayıp iki porsiyon İskender, azar azar da olsa dört çeşit tatlı yer. İskender'den önce tabiî ki çorba içmeyi ihmal etmez. Eve gidince de bir kâse yoğurdu midesine indirir. Çay, kahve ile devam eden yiyip içmesi iki üç paket çikolatayı tıkınırcasına bitirmekle son bulur.

Midesi kaynamaya başlar. Üzerine ağırlık çöker. O kadar çok pişman olur ki gidip kusar. Kussa bir türlü kusmasa bir türlü. Kusmazsa sanki çok şişmanlamış gibi hisseder. Kusunca da nimete saygısızlık ettiğini. İki arada bir derede kalır. Her halükârda içini huzursuzluk kaplar.

Bulimiya böyle bir rahatsızlık işte. İçimizdeki sonsuz boşluğu yiyeceklerle doldurma çabası. Yiyeceklerin bir anlık hazzına sığınmak, o hazla teselli bulmak. Anlık haz veriyor vermesine ama ah bir de kilo yapmasa şu yiyecekler. Vücudun orası burası şişmanlamasa. Tıkınırcasına yense ama bir gram kilo alınmasa.

Bulimiya nöbetinden sonra kişiler ya kusarak ya da ishal ilaçları içerek yediklerinden kurtulmaya çalışır. Bizi ilgilendiren önemli özelliklerinden biriyse yeme nöbetinden sonraki gün uzun süre aç durmalarıdır. Aç kalmaları tıkınırcasına yemek için bir haklılık ya da meşrutiyet duygusu uyandırır. Sonra yine aşırı yeme, kusma, yine uzun süre aç kalma ya da ağır egzersizler. Kısır döngü böyle devam eder.

Beni düşündüren, tuttuğumuz oruçların giderek bulimiya hastalığındaki seyri takip eder bir hal alması. İlk sorun sahurda başlıyor. Ertesi günü aç susuz geçireceğim endişesi ile tıkınırcasına yemek yiyerek oruca başlangıç yapıyorsak, bu oldukça kötü bir başlangıç demektir.

Oruç başlıyor. Aç ve susuzuz artık. Zihnimizde yemek imgeleri. Ah bir su olsa da içsek. Ağzımız kuruyor, dilimiz damağımıza yapışmış. Hele öğlen olduysa bir de. Midemiz kazınmaya başlıyor. Alışkanlık işte. Mide hadi diyerek bastırıyor. Kendini düşünen bencil insanlar gibi mide de kendini düşünüyor. Boş kalmaya tahammülü kalmamış. Hele ağzımızdaki tat goncaları. İyice şımarmış. Ha bire yiyecek istiyorlar, tatlısından tuzlusuna. Kan şekeri yavaş yavaş düşüyor. İçimizi bir huzursuzluk kaplıyor. Açlık ve susuzluk başımıza vuruyor. Tahammül gücümüz düşüyor. Çalışmak istemiyoruz. Aklımız fikrimiz midemizde. Midedeki kazıntı artıyor. Hafiften baş ağrısı kendini göstermiş bile. Dikkatimizi veremiyoruz. Ee kolay mı? Bedenimiz açlığa alışık değil.

Neyse ki, akşama az bir vakit kaldı. Şöyle böyle zaman akıp gitti. İftara iki saat var. Bir saat var. Yarım saat. Yirmi dakika. Midedeki kazıntı iftara yakın iyice artar nedense. On dakika. Nasıl geçecek şu on dakika Yarabbim!

Ezanlar okunuyor.

İşte burada durmalı.

Masa envaiçeşit yiyecekle donanmış. Çok tehlikeli bir andayız. Akşama dek aç susuz kalmışız ya. Bu ister istemez insanda yiyeceklere saldırırcasına yeme hakkımız varmış hissini uyandırıyor. Dur durak bilmeden sofradaki yiyeceklere hücum etmek, iftar sofrasını tam bir bulimiya nöbetine çeviriyor.

İftar sofralarımızın çeşitliliği ayrı bir dert. Hepsinden yemeye kalktığımızda bulimiyalı kişinin karışık olarak yediklerini biz sadece sırayla yemiş oluyoruz.

Tam burada Kainatın En Değerli Varlığı'nın iftarını açma biçimi aklıma geliyor. O'nun orucunu açıp namazı kıldıktan sonra yemeğe oturmasına hayran oluyorum. Yiyeceklere saldırırcasına yemeyi engellemek için bundan daha güzel bir yöntem düşünemiyorum. Namaz, akşama kadar aç kaldım şimdi istediğim kadar yeme hakkım var anlayışımızın önünü kesiyor sanki.

Demem o ki; akşama dek aç ve susuz kalacağım diye sahurda, aç kaldım diye de iftarda yiyeceklere saldırıp tıkınırcasına yeme hakkını vermiyor bize. Günlerdir bu konu var zihnimde. Kainatın En Değerli Varlığı "sofradan tam doymadan kalkın der ya. Bu, sahur ve iftar için de geçerli değil mi? Yoksa bulimiya nöbetlerini andırır bir Ramazan geçirme ihtimalimiz var.

Ne dersiniz, deneyelim mi?

Mustafa Ulusoy

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş