2.359 Görüntüleme MAKALE 0 Yorum

İnsanın gerçek benliği ancak istekleri, arzuları gerçekleşmediğinde ve başarısızlık durumlarında belirir. Sonsuz İrade şöyle bir dokunur hayatlarımıza.

Varoluş, apaçık gerçekleriyle yolumuza dikilir. Biz, var olmayı unutmuş, sıradan hayat olaylarına kaptırmış giderken. İstenir ki hayat kimindir, kimin için yaşanıyordur, anlayalım. Ve istenir ki gerçekten bize verilenlere alçakgönüllülükle mi mukabele ediyoruz, bilelim. Elimizden alınanlara alçakgönüllülükle mukabele edemiyorsak verilenlere de alçakgönüllü davranmıyoruzdur.

Son derece gelişmiş sezgileriyle, güvendiği aklıyla geçirdiği başarılı yılların ardından tökezlemişti. "Sonra" demişti, önemli bir şey söyleyeceğini ima eden bir ses tonuyla, "bir ayrıntıyı atlayınca önemli bir işi bağlayamadım." İlk kez başına geliyormuş. Kendine güveni sarsılmış, neredeyse tüm çalışma isteğini kaybetmiş. Arkasından "Elimden hiçbir şeyin gelmediği, olmasını çok istediğim ama ne yaparsam yapayım olmasını sağlayamadığım" diye tanımladığı başka bir sorun da, birincinin zamanını kolluyormuşçasına "Ben de buradayım" demiş. Ne olduğunu sormadım, o da anlatmadı. Merakımı mı körüklüyordu? Belki de o dolabın kapağını açmak istemiyordu henüz.

"Bunu nasıl göremedim!" diye dövünüp duruyordu. Kendini güçlü, yeterli biri olarak kabul eden sistemi çökmüştü. O hiç hata yapmazsa, yaptığı her işte en iyi olursa, istediklerini elde ederse "yeterli, güçlü" bir insandı. Böyle kurgulamıştı kendini. Şimdi kurgusu çatırdıyordu. Beceriksiz, yetersiz bir insan olduğuna inanmaya başlamıştı. Bu kadar yetersiz ve beceriksiz biri nasıl olup da birçok işi kotarabilmişti.

O önemli işi bağlasaydı, "Nasıl da atlamadım ve bunu da başardım" diye kendini yücelteceğini hissetmiş, bunu onunla paylaşmış fakat hiçbir tepki almamıştım. Ama o beni bir kez daha şaşırtmıştı. Bir sonraki görüşmede, "Kaşının hafifçe yukarı kalkışı işe yaradı" diye söze başlamıştı. "Alçakgönüllülük üzerine çok düşündüm. Şimdiye kadar başımdan geçen olumlu, başarılı şeyleri Allah takdir/nasip ettiği için yaşayabildiğimi göz ardı etmişim. Tamam, gösterdiğim başarılarda irademi tümden yok sayamam ama yapıp ettiklerimin bir hak ediş değil, lütuf olduğunu anlıyorum şimdi. Aslında bu yaşadığım dönem de Allah'ın bir lütfu olsa gerek, yoksa ben hâlâ 'ben yaptım, ben başardım' diyerek ortalıkta gezecektim, aslında her sancı bir doğumun habercisi gibi belki de. Belki de Allah, bu yanlışımı fark etmemi istedi."

Soluğumu tutmuş dinliyordum ki, "Şimdi soru şu" deyip bir süre sustu. Ben de biraz soluklanıp bütün dikkatimi ona verdim. "Hayatta bana verilen olumlu şeyleri memnuniyetle kabul ediyorsam, olumsuzlukları nasıl tevekkülle kabul edebilirim? Yani nasıl sonsuz teslimiyet içinde olabilirim?"

Gerçekte tahammül edemediği, teslim olamadığı yaşadığı olumsuzluklar mıydı? İnsan benliğinin başarısızlıklara ya da isteklerinin gerçekleşmemesine duyduğu tahammülsüzlüğünün, büyük ekseriyetle aslında bu durumların bize hissettirdiği "acizlik, yetersizlik" hissine yönelik olduğunu biliyordum. Ve onun da başının "acizlik, yetersizlik" hissiyle iki şekilde dertte olduğunu fark etmiştim (aslında her iki yetersizlik hali birbiriyle iç içedir, anlaşılması için zoraki ayırıyorum). Birincisi; varoluşsal olarak hepimiz mutlak yetersiziz. Bu her insana özgüdür. Yani yetersizlik, acizlik özü itibarıyla kötü bir şey değildir. Çünkü yetersizlik acizlik bizim özümüzdür. Böyleyiz biz. Ölümünün önüne geçemeyen, güçlü kuvvetli olduğundan bahsetmemeli değil mi?

İşte duvarın ötesini göremeyeceğini fark etmesini bu yüzden istemiştim. Hepimizin özündeki o insani mutlak yetersizliği, acziyeti görmesini, bunu kabullenmesini istiyordum.

İkincisi: "Başarısızlık" diye tanımladığı olay, gerçekten işiyle ilgili bir yetersizliğine dayanıyor olabilirdi. Ama o, tek bir olay için yaşadığı yetersizliği bütün kimliğine yaymış ve "yetersizim" kabulüne bulanmıştı. Bu kabulle ne yaparsa yapsın yetersiz bir kişi olarak algılıyordu kendini. Bu genelleştirici bakıştan kurtulmasını istiyordum. "Yetersiz biriyim" yerine "şu olayda yetersizlik gösterdim" ya da "hesaplarda bir şeyi atladım, o an yetersiz davrandım" şeklindeki adil değerlendirmeyi yapabilsin istiyordum.

Seans bittiğinde yakınlarda okuduğum şu satırları hatırladım nedense: "Ey insan! Kendini kendine Malik sayma, sen kendini idare edemezsin, o yük ağırdır. Öyle ise beyhude ızdıraba düşüp azap çekme, mülk başkasınındır. Dehşet aldığın zaman 'Mevla'm görelim neyler, neylerse güzel eyler' de, pencerelerden seyret, içlerine girme."

Belki onun sorunlarıyla doğrudan bir ilgisi yoktu bu cümlelerin ama zihnimi okusaydı "Pencereden seyret, içlerine girme ne demek?" diye soracağına o kadar emindim ki. Onun yerine ben sordum.

Mustafa Ulusoy

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş