3.070 Görüntüleme MAKALE 0 Yorum

Gözün kılcal damarlarındaki merkezî sinirlerin titreşimlerini nasıl algılayamıyorsak, metafizik olgular da o ölçüde insan bilincine yansıyamazlar. Maddenin bir kul olarak hizmet yapabileceği kıvamda, şiddetli seviyede metafizik güçler günyüzüne çıkarlar. Varlık yarışında gecenin elbise değiştirip gündüze cila çalması değil; var olduğu halde idrak potasında tam manada eritilemeyen bir denge unsurudur bu. Ruhtaki titreşimsel havanın meydana getirdiği bir renk de bu ifadeye şekil kazandırabilmektedir. İnsandaki sevgi, nefret, fedakarlık gibi duyguların bir et parçasından üretilip, insanın bünyesine kinetik olarak yerleştirilebileceği mantığı herhalde gülünç olur.

Anne karnında temel besin maddelerine ihtiyacı olup, sonra dünyaya gelişiyle bu besinlerden ayrı yaşayamayan ve bu konuda aciz olan bir madde dünyası; dışardan elde edeceği bir metafizik güç ile hayatın terazisini kurabilir ancak. İnsandaki akıl bile her ne kadar maddi gıdalarla beslenir gibi bir kıvılcım yansıtsa da bize, onun özünde yine metafizik reaksiyonlar vardır. Aklı besleyen insandaki metafizik duygulardır. Ruha inanmayan bir edebiyatçı bile, şefkatten mahrum bir insanla karşılaştığında ister istemez ona “ruhsuz” diyebilecektir. Ruhun mekanizmasındaki bu duygu modu, hayatın busesindeki gerçek yansımalardır. Metafizik olgular, yüzyıllardır insanoğlunun hayat serüvenine misafir olmuş şablonlardır. Bu şablonu, ister subjektif isterse temel disiplin açısından objektif olarak değerlendirenler, hayatına yön veriyormuşçasına ortaya insani bir “din” ahlâkı çıkarmışlardır. Bu ahlâk yeri gelmiş maceranın sonu olmuş, hayalin manevralarında bir sabun köpüğü gibi hemen kaybolmuştur.

Ateşe tapan, yüzünü yıkadığı suyla ateşini söndürürken içindeki ateşi kavrayamamış; yıldızlara tapan, sabah ufkunda lebriz edilmiş Güneşi görünce hakikati kabullenme şuuru kazanamamıştır. Çünkü insan, metafizik olgulara haksız da olsa anlayamadığı aklını yoğunlaştırmıştır. Yoğunlaşan akıl, bir çaba sarfettiği müddetçe yükseldiği (!) fildişi kulelerinden inmek de istememiştir. Talihli gönüllerin sarfettiği birkaç çift söz hareketi, tam aradığı makamı bulamamış da olsa gündüz güneşi her zaman ortadadır. Göz kapama sancısı bir birikim olarak değerlendirilecekse şayet, güneşin yansımaları her geceyi (gece düşüncelerini) aydınlatmaya yetmeyecektir. Batılı bilim adamları Radyastezi, Psikokinezi, Kirlian Fotoğrafçılığı vb. çalışmalar sayesinde ruhun varlığını günümüzde kabul etmişlerdir. Ruhun kabullenilmesi, sonsuzluk için yaratılmış bir insan helezonuna sonsuz damlalar hediye etmek demektir. Sonsuz haz almanın yolu ise, sonsuzluk hamlesine bu partikül seviyesindeki hayatını karıştırmakla mümkün olacaktır. Suyun özündeki kristallerde bile bir müzik titreşimi olduğu zaman hareketsi fiziksel değişimler meydana gelmiştir. Bu değişimler, insanın bilemediği veya göremediği bir ruhi duygusallıktır. Suyun duygusallığı, insana kodlanmıştır. Kodlanan bu kristaller sayesinde, insan kaç ayar olduğunu dünyada sergilediği titreşimlerle anlatır. Çünkü insan, temel kriterlerimiz çerçevesinde, inancımıza göre sudan yaratılmıştır. Topraktaki elektriksel güçler, insanın özünde de vardır. Toprak ve suyun izdivacı (birleşimi), insana bir şuur mekanizması kazandırmıştır.

İnsan yüklendiği bu mazhariyetler ölçüsünde, hayatının ruhunu oluşturmuştur. Benimsediği Allah inancı, ona bambaşka bir soluk süreci yaşatmış, sonsuzluk tılsımı insanın ruh merceğinde çözünmüştür. Bir element gibi olan insan, taşıdığı atomla (öz, ruh) diğer maddelerin de özünü anlayabilmiştir. Madde, maddenin özü sayesinde anlaşıldığı için; “insan insanın aynasıdır” anlayışı meydana gelmiştir. Ayna, insanın hem dış hem de iç dünyasını tanımasını öğretir. İnsanın kendisini bilmesi ve tanıması, özünün özündeki hakikate kulak kesilmesini sağlamıştır. Taşıdığı değerin de heba olmayacağını anlayan bu gönül, etle sıvanmış bir iskelet olmadığını keşfetmiştir. Bu keşif, ona metafizik olguların sultanı olma yolunda asfalt taşı olmuştur. Hakiki inanç zirvesi olan dinimizin bir ölçütü konumundaki hadis-i şerifin bir tanesinde: “Kendisini bilen, Rabbisini de bilir” buyurulmuştur. İnsanın benlik medeniyetine hangi değişimin ürünü olan kültür serpilmişse kişi onunla kendisini tanımıştır. Alışageldiği maddi beden kutucuğunda sonsuz odacıkların olduğunu, sonsuzluk aynasına bakarak tadabilecektir.

Ruh, sonsuzluğa açılan bir pencereyse, ruhunun derinliklerindeki taşıdığı hisler bile bu pırlantadan aynaya bakabilmesini sağlayabilecektir. Metafizik süreç, elle tutup da köşeye koyacağımız bir süreç değildir. İnsanın boşu boşuna yaratılmadığını ve sonsuzluk akıncısı olduğunu ona süzülen kanatlarıyla haber veren bir mesajdır. Öldükten sonra çürükçül bakterilere yem olup da yokluğun bağrına atılan bir insan değil; kıyametin bile dehşetli boynuna sonsuzluk gerdanlığını takacak sonsuzluk hecesidir…

Gürsel Çopur

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş