2.910 Görüntüleme MAKALE 0 Yorum

Gidiyorum. Nereye? Uçağın kalkışına kırk dakika var. Havaalanında bir kafede bir kâse çorba ile iftar yapıyorum. Annem bir duysa. Neden anneler evlatlarının yeme içmesine bu kadar takıntılı?

Ezilmekten yarı kurtulmuş mercimek tanelerini seyrediyorum. Kaşığı kâseye daldırma anında yüzeyde oluşan dalgalanma dikkatimi çekiyor. Çorbayı pişiren aşçı kimdi? İşini severek mi yapıyordu yoksa zoraki mi? Dışarıda yemek yediğimde genelde aklıma takılır bu. Belki de anneler bunu dert ederler. Evlatlarının önüne konulan yemeğin kendileri gibi içten, severek pişirilip pişirilmediğini.

Bozuk plak gibi takılmıştım. Bir sonraki uçağa binseniz, iftarınızı havaalanında yapmak zorunda kalmaz, rahat rahat yemeğinizi yersiniz ricasına aldırmamıştım. Niye bilmiyorum. İnsan her davranışını çözümleyemiyor. Bazen bir yol tutturup gidiyoruz. Bir yol tutturdum, yirmi kırk uçağına binmek istiyorum.

Yer görevlisine biniş kartını uzatıyorum. Tam o an onu görüyorum. Heyecanlanıyorum. Bir an sanki ben onu değil, o beni seyrediyor hissine kapılıyorum.

Gün boyu açlık varoluşumuzun sınırlarını yeniden çiziyor. Sık sık ihlal ettiğimiz sınırları. Biz neyiz, kimiz? Bir kere daha öğretiyor bize bizi açlık. "Ben benim" algısını "Mutlak acizim" şeklinde nizama sokuyor. Bu düşünceler zihnimden geçerken görmüştüm onu.

Bir umut besler insan. Büyütür de büyütür içinde. Bir iç kanamaya döner sonra umutları. İnce ince kanar. Anlar ki hayat aldatıcıdır. Bir oyun ve eğlence. Kalbi hayata soğur. Yavaş yavaş sönen ateş gibidir artık. Söndüğünü son deme dek anlayamayan. Ürküntüler gelir üzerine ölü yapraklardan. Sonsuza dek bozuldu düşlerim sanır.

Sonra..

Onu gördüm işte. Kemirilmiş umutların gölgesinden fışkıran şafağın bitim çizgisinin az yukarısında asılı. Ufuk kızıla boyalı. O da, buğulu bir halenin içinden çıkıp boy vermiş filizi andırıyor. Yeni yaratılmış mevsim bitkisi gibi süslüyor gökyüzünü.

Gökte ay var! Kavisli bir hilal. Narin, zarif, alımlı. Gökyüzünün tebessümü. Aya yakalanıyorum. Ben onu değil sanki o beni seyrediyor.

Gökte ay var. Yeryüzünde? Yeryüzünde artık Ramazan var. O istedi diye aç ve susuz kalmaya razı insanlar. O'nun emri karşısında boyunları kıldan ince. Ramazan hilali görünmüştür artık. Yüzler ay ışığına bulanmış.

Yolcuları uçağa taşıyan otobüsün içindeyim. Bozulan düşler sonsuzluğun penceresine dönüşüyor ayla. Ay hayatımızın ıssız tarlalarına ışıklar saçıyor. Suyu çekilmiş ırmaklarımız doluyor. Susuzluktan kurumuş, güneşte çatlamış dudaklara dönmüş yüreklerimize açlığın hissettirdiği acizliğin parıltıları dökülüyor.

Acizlik! İnsanın en kısa tanımlarından biri. Mutlak acizlikle başlıyor ve bitiyor sınırımız.

Gökte ay var. Yeryüzünde mutlak acizlik. Eğilip bükülmelerle takatsiz kalplerimiz acizlikle dinleniyor. Ortasından, kenarından, ucundan kırılmış umutlar acizlikle halka halka yeniden birbirine ekleniyor.

Gökte ay var. Yeryüzünde ise oruçlu insanlar. Kabuk bağlamış öfkeler acizlik hissiyle merhamete dönüşüyor. Açlığın hissettirdiği acizlik kabuğun üzerine sürülen merhem gibi. İnsan ancak mutlak acizliğini anlayıp buna razı olduğunda iyileşebiliyor.

Gökte ay var. Kavisli bir hilal. Tebessüm ediyor. Yürüyüp giderken görünmez bir duvara çarpmış gibi çarpıldı benliklerimiz. Açlığın hissettirdiği acizlik vehimlerimizden sıyırıp gerçekliğin sahiline bırakıyor usulcacık bizi.

Hilal göründü. Ramazan başladı. Hayat kötü, yaşanmaya değmez diyen sesler çıkıp geliyor belleğimden. Hayat kötü olsa ay bu kadar güzel olabilir mi? Ay bu kadar zarif ve güzelse hayat yaşanmaya değmez olabilir mi?

Uçak havalanıyor. Nereye?

Ne önemi var. Gökte ay var. Ramazan ayı hilali görmekle başlıyorsa ayı seyretmekle devam etmelidir.

Mustafa Ulusoy

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş