4.336 Görüntüleme MAKALE 0 Yorum

Filmin en sonuna yetişiyorum televizyonda. İyi de, hemen tüm kitapları çalışma masamdan eksik olmayan benim sevgili terapistim Steven C. Hayes'in ne işi var bu filmde.

Sonra başka terapistler beliriyor ekranda. Oyuncu olarak değil. Filmin sonunda yönetmen (Guy Ritchie) çeşitli terapistlere ego tarifi yaptırıyor. Parlak bir fikir. Soluğu DVD satan bir dükkânda alıyorum. Yok, filmi baştan sona seyredemem şimdi, Revolver'un en sonuna atlıyorum.

"Ego" diyor Yoav Dattilo "en kötü özgüven hilebazıdır. Egodan daha kötüsünü hayal bile edemezsiniz çünkü onu göremezsiniz." Ego, bu toprakların insanlarına yabancı bir kavram. Onun yerine "nefs ve şeytan" veya "enaniyet" kelimelerini koyarak cümleyi yeniden okuyorum. Şimdi daha iyi oldu, yerli yerine oturdu.

"Ve en büyük düzmecesi de kişinin yerini alıp 'Ben seninim' demesidir" diyor Steven C. Hayes. İnsana öyle hükmetmeye başlar ki artık kendimizle nefs ve şeytan arasındaki sınırlar belirsizleşir. Nefs ve şeytan insanın kendisi olmuştur adeta.

Peter Fonagy ise filmin en can alıcı cümlesini söylüyor: "Sorun egonun/düşmanın bakacağınız en son yerde saklanıyor olmasıdır." Aslında bu söz Julies Caesar'a ait. Lafı Leonard Jacobson alarak "Düşüncelerini sizin düşünceleriniz gibi gösteriyor. Gerçek duygularınız gibi hissettiriyor. Siz de o olduğunuzu sanıyorsunuz." diyor.

"Egolarını koruma ihtiyacı duyan insanlar sınır tanımazlar. Yalan söyler, hile yapar, çalar ve öldürürler. Ego sınırları dediğimiz alanı korumak için her şeyi yaparlar." Bu da Andrew Samuels'in görüşleri.

Artık insan, nefs ve şeytanın mahkûmu haline gelmiştir. "Ama" diyor Leonard Jacobson "İnsanlar mahkûm olduklarını bilmez. Mahkûm olduklarının ego olduğunu bilmezler, aradaki farkı asla anlamazlar." Aklıma, "İblis'in en mühim bir desisesi, kendini, kendine tâbi olanlara inkâr ettirmektir." cümlesi düşüyor.

"Aklın kendi ötesinde bir şey olduğunu kabullenmek zordur. Bu kişinin ötesinde bir şeydir. Daha değerlidir ve gerçeği yorumlamada kapasitesi daha fazladır." diyor David Hawkins ama neyi söylemek istediği biraz muğlâk kalıyor.

Deepak Chopra, "Ego dinî anlamda şeytan olarak kabul görür. Tabii kimse egonun ne kadar zeki olduğunu anlamaz. Çünkü şeytanı yarattığı için suçu başkasına atmayı seçerler." diyerek ego tarifine devam ediyor.

"Kafanızdaki ses size ne söylerse söylesin, dış düşman diye bir şey yoktur. Bu düşman algısı bize düşman olarak yansıyan egonun yansımasıdır." diyen Deepak Chopra'ya Peter Fonagy destek oluyor: "Bu açıdan bakarsak, yarattığımız yüzlerce düşmanı aslında kendimizin var ettiğini görürüz."

Obadiah S. Harris son noktayı koyuyor: "En büyük düşman kendi algınız, kendi cehaletiniz, kendi egonuzdur." Yok, hayır, cümleyi şöyle okumadan rahat edemiyorum: "En büyük düşmanınız kendi algınız, kendi cehaletiniz, kendi nefs ve şeytanınız, kendi enaniyetinizdir."

Film baştan sonra nefs ve şeytanın, enaniyetin insana neler yaptırabileceğini anlatmakla geçiyor ama bir sahnesi var ki insanın en zayıf yanlarından birini dile getiriyor: "Sabahları uyanmanızın tek sebebi budur. Aşağılık patronunuzdan acı çekmenizin nedeni. Döktüğünüz kan, ter ve gözyaşının. Çünkü bunlar, insanların aslında sizi ne kadar iyi, çekici, cömert ve akıllı olduğunuzu bilmelerini istediğiniz içindir. Beğenilme müptelasıyız. Sırtımızın sıvazlanmasını, altın saati, alkışları isteriz. Benden ister korkun ister saygı duyun ama lütfen özel olduğumu düşünün. Bağımlılığımız aynı. Hepimiz onaylanma bağımlısı keşleriz. Ödülünü parlatan şu rozetli çocuğa bakın. Beğenilmek için yanıp tutuşan. Parılda çılgın elmas parılda. Biz sadece takım elbiseler giymiş çılgın maymunlarız."

Filmin hikâyesi mi? Nedense senaryoyu da (Guy Ritchie) oldukça başarılı bulsam da bu filmde hikâye benim için önemli olmaktan çıkıyor. Hikâye bu olur, şu olur, o olur. Önemli olan, en büyük düşmanımızın bakacağımız en son yerde, içimizde saklandığı gerçeğidir.

Mustafa Ulusoy

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş