1.942 Görüntüleme MAKALE 0 Yorum

"Nasıl yaptın bunu?" diyecekler. "Çok güzel olmuş, ellerine sağlık. Ne kadar beceriklisin!" Beğenilme arzusu süslüyor hayallerini. Hep süsledi.

"Git başımdan şeytan." diyor. Gitmiyor. Gitmezsin biliyorum ama gör bak kimin için yapacağım yemeği, sana inat diye geçiriyor içinden.

İftara iki saat kala, açlık içini burkarken islim kebabında karar kılıyor. Hafif başı da ağrıyor. Üzerinde durmuyor. Ramazan başlayalı açlık hissine tutunuyor. Tıka basa tokluk hissinden- her türlüsünden hazzetmiyor. Mutfağın penceresine bir sinek çarpıyor. Cama tırmanıyor sinek, kayıyor, tırmanıyor, kayıyor. İnsanın arzuları da dünyanın yüzeyinde böyle kayıp kayıp düşüyor. Pencereyi açıyor. Uçup gidiyor sinek. Bir gün kendisi de böyle uçup gidecek. Nereye?

Yemek yaparken hep düşünür. Bulaşık yıkarken de. Hayatını, olanı olmayanı, geleni gideni. Göz ucuyla saate bakıyor. Geçip giden zamana. Gün ağır ağır perdelerini indiriyor, almış başını gidiyor.

Malzemeler tezgâhın üzerine yığılı. 400 gram kuşbaşı et, üç adet uzun kemer patlıcan, bir adet soğan, bir adet sos için iki adet kapak yapmak için domates, üç adet çarliston biber, bir adet defneyaprağı, on adet tane karabiber ve kürdanlar. Malzemeleri seyrediyor. Ciddi bir ifade yerleşiyor yüzüne. Önemli araştırmaların yapıldığı bir laboratuvardaymış da yeni bir şey keşfedecek gibi. Evet, önemli bir şey keşfedecek. Daha bunu bilmiyor.

İtinayla alacalı soyduğu patlıcanları uzunlamasına yarım santim kalınlığında dilimliyor. Tuzlu suyun içine yatırıyor. Dinlenecek patlıcan dilimleri. Bir an komik geliyor dinlenme kelimesi. Niye olmasın, onların da kendilerine özgü hissedişleri vardır kim bilir diye geçiriyor içinden. Patlıcanları süzüyor, kızgın yağda pembeleşinceye kadar kızartıyor. Tavaya koymadan kurutmayı unutmuyor. Yağın çıtırtısını dinliyor. Bir konçerto dinler gibi. Elinin üzerine bir damla yağ sıçrıyor. Kalbine sıçramış acılar veryansın ediyor içinde. Mutfakta tatlı bir kızartma kokusu. İçine çekiyor. Hatıralarından yeniden sıyrılıyor.

Soğanı soyup ince ince doğruyor. Doğrama tahtasında tak tak seslerini dinleyerek. Bir tane domates rendeliyor. Sarımsak, defneyaprağı ve tane karabiberleri bir tülbente sarıp baharat torbasını hazırlıyor. Bir yandan da, ısıtıcıda kaynar suyu hazır ediyor. Fokurtu sesini hep sevmişti. Ocağın üzerindeki tencereye iki yemek kaşığı zeytinyağı koyup ısıtıyor. İri doğranmış kuşbaşı etleri ilave edip karıştırıyor yavaşça. İtinayla. Terli perçemlerini elinin tersiyle itiyor.

Etin bıraktığı su buhar olup uçtuktan sonra, tencerenin ortasında yer açıp soğan dilimlerini ilave ediyor ve az ateşte soğanların diriliği gidinceye kadar kavuruyor. Oradan kendi kavruluşlarına savruluyor zihni. Tencerenin ortasına unu koyup onu da kavuruyor. Üzerine dört su bardağı kaynar su, baharat torbası ve tuz ilave ederek karıştırıyor. Su kaynamaya başlayınca tencerenin kapağını kapatıyor. Ocak ısısını en düşük konuma getirip, bir saat yirmi dakika süreyle eti pişiriyor. Tencere içinde kalan et suyunu sos olarak kullanacak. "Kızım etin suyunu atma, değerlendir." diyen annesine bir Fatiha yolluyor meleklerle.

Domates rendesini et suyuyla karıştırıyor ve sos olarak tepsinin tabanına yayıyor. İki patlıcan dilimini artı işareti biçiminde yerleştiriyor. İçerisine iki adet pişmiş kuşbaşı et koyuyor ve patlıcan şeritlerini birbiri üzerine bohça gibi kapıyor. Ters çevirerek fırın tepsisine yerleştiriyor. Diğer patlıcan şeritlerine de aynı işlemi uyguluyor. Patlıcanların üzerine domates dilimleriyle biber parçalarını kürdanla tutturup sabitliyor. Tepsiyi önceden iki yüz dereceye ısıtılmış fırının orta rafına sürüyor. Biberler kızarıncaya dek pişiriyor.

Kar gibi masa örtüsünü yayıyor masaya. Tabakları, çatal bıçakları yerleştiriyor. Top patlıyor. Dört kişiler. Kimse konuşmuyor. Sus puslar. İştahla yemeklerini yiyorlar. Yemek bitince kalkıp ellerini yıkıyorlar. Kimse dişini fırçalamıyor. Kimse eline sağlık, güzel olmuş demiyor. Yüzü donuklaşıyor, bulutlanıyor. Sessizce masayı topluyor. Uzun süre buzdolabının önünde duruyor. Kocası, niye buzdolabının önünde öyle uzunca kaldı diye şöyle bir göz atıyor. Bir şey sormuyor. Tabakları, kap kacağı sudan geçirip bulaşık makinesine yerleştiriyor.

Buzdolabının önüne dikiliyor yeniden. Orası onun okulu. Okuyor. Bir kere daha okuyor. Bu sabah radyoda duyar duymaz yazıp asmıştı dolabın kapısına. "Senden yüz çevirirlerse de ki Allah bana yeter!" Bana ancak Sen yetersin diye geçiriyor içinden. Dünyanın en önemli işini yaptım. Senin Rezzak isminin tecellisine mazhar olmak için mutfakta üç saatimi geçirdim. Sen bunu biliyorsun, bu bana yeter! Ayette hissettiği hakikati kuyulardan serin sular çeker gibi çekmek istiyor.

Mustafa Ulusoy

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş