4.583 Görüntüleme Hayatın İçinden 0 Yorum

Tesettürün kadının iffetini muhafaza eden ve özgürlüğünü kazandıran işlevi muhakkaktır. Aynı zamanda tesettür kadınlara ahlâkî bir ölçü getirmektedir. Yani tesettür sadece İslâmî bir kıyafet değil, aynı zamanda İslâm ahlâkı anlayışını da simgeler. İslâm dini, kadınların içtimaî hayattan çekilmeleriyle ilgili bir yasak getirmemiştir. Fakat sosyal hayat içerisinde iffetlerini korumaya yardımcı olacak tesettür emrini vermiştir. Cumhuriyetle başlayan yenilik hareketleri içinde baş sıralarda yer alan değişim, kılık kıyafet alanında olmuştur. Batılılaşmaya en önemli bir engel olarak görülen tesettür üzerinde oynamalar, modern kadın imajı, çağdaş kadın tipi gibi belirlemeler ve çalışmalar hiç vakit kaybedilmeden başlatılmıştır. Güya kadını tesettürün esaretinden kurtarıp, daha özgür kılmaya yönelik bu hareketler, Batılılaşma adıyla yürütülmüştür. Daha o zamanlarda “gerici” ve “ilerici” tanımlamaları kullanılmaya başlanmış, başını örten kadınlara “gerici,” açan kadınlara “ilerici, modern kadın” gözüyle bakılmıştır. Günümüze kadar gelen bu ayırıma farklı farklı ilâveler de yapılmış ve gelinen noktada, halledilemeyecek kadar önemli ve karmaşık bir sorun olarak beklemeye alınmıştır. Tek parti zihniyetinin ürettiği çağdaş kadın imajı, aslında bir ideolojinin önemli bir parçasını teşkil etmiştir. Aynı ideoloji bugün de tesettüre yasak getirmiş ve birçok kadın ve genç kızın eğitim ve çalışma hakkını elinden almıştır. Dolayısıyla Batılı hayat tarzı ile kadın tesettürsüzlüğe sevk edilip, toplumsal hayatta, kadın-erkek ilişkilerinde, aile yapısında, çocuk eğitiminde, ahlâkî yapılanmada, birçok alanı olumsuz etkileyecek bir plan ve proje ile hareket edilmiştir. Yani uygulanan tesettür yasağı, sadece kadınla ilgili bir mesele olmayıp, sosyal alanda ki pek çok noktaları olumsuz etkilemeye yönelik bir planın görünen kısmıdır. Türkiye’de Cumhuriyet kurulduğu andan itibaren hemen hemen her konuda olduğu gibi, tesettür konusunda da devlet tasarrufu ve telâkkisiyle (Kemalist ideoloji) işler yürütülmüştür. Güya halkın seçtikleri, halkın telâkkisini dile getirmesi gerekirken, ne hikmetse, meclis çatısına girdikleri andan itibaren devlet telâkkisiyle zihinleri çalışmakta, halkın değerlerine ve isteklerine kulak tıkamaktadırlar. Tek parti zihniyetinin hâkim olduğu dönemlerde, yasakçı zihniyete karşı Said Nursî—ileride, bu konuda, mahkûmiyet de alacağı—müstakil bir eser neşretmiştir. Bu eser, Risale-i Nur eserleri içerisinde, “Tesettür Risalesi” olarak, konunun gündemde tutulmasını ve sonraki zamanlara taşınmasını sağlamıştır. Risale-i Nur eserlerinde, tesettürün, Allah’ın bir emri olduğu ve fıtrî olduğu belirtilmektedir. Hatta tesettür ile aile saadeti arasında bir bağlantı kurularak, güven, sadakat, muhabbet ile tesettürün doğru orantılı bir bağ olduğu, aksi hâlin, özellikle aile saadeti açısından sadakat ve muhabbeti zedeleyeceği belirtilmiştir. Ayrıca Risale-i Nur eserlerinde tesettür bir bütün olarak algılanmış, fıkıh boyutu ile beraber, iç boyutu olan ahlâkî güzelliği temin etmesi de bir bütün olarak işlenmiştir. Risale-i Nur eserlerinde, fıtrî olan bir hâlin engellenemeyeceğinden bahsedilir. Tesettür de fıtrîdir. Dolayısıyla yasak engeline takılamayacak kadar fıtrîdir. Fakat gelinen noktada içe dönük bir eleştiri yapmak gerekirse, bu fıtrî olan hâlin, şuursuzlaştırılmaya başlandığı görülür. Yani bugünlerde daha çok dikkatimi çeken nokta, siyasîlerin siyasî malzemesi hâline gelen yasak değil, başörtüsü takanların dünyevîleşmesi meselesidir. Belki de yasağın kalkmamasının kaderî ciheti de, Cenab-ı Hak katında bu olsa gerektir. Bugün medyanın etkisiyle reklâm, moda, tüketim kültüründen etkilenen hayat tarzları dahil, kılık kıyafetlerinde akıl almaz değişiklikler yapan tesettürlü modeller görmekteyiz. Elbette bununla beraber medyanın etkilediği grup, sadece kadınlar değildir. Maksatlı yapılan dizilerdeki tiplemeler ve yaşanan ahlâkî değerleri dışlayan, kültürümüze uymayan temalar, maalesef erkekleri de etkilemektedir. Böylelikle aile kavramı, eş kavramı, hatta namus kavramlarında dahi bir yozlaşmaya gidiş görülmektedir. Bu da aile kurmayı güçleştirmiş, gayri meşru ilişkileri, İslâm dışı yaşayışı daha cazip hâle getirmiştir. Evlilik olsa bile, evlilik tercihinde medyanın empoze ettiği kültür anlayışına göre bir belirleme dikkatleri çekmektedir. İşte sefih medeniyet ve onun bir numaralı destekçisi olan medya, öncelikle insanları kadın-erkek ayırmaksızın kulluk bilincini bozmuş; Yaratıcısı ile bağı bozulan insanın artık tercihleri de dünyevîleşmiştir. Bediüzzaman gelinen noktayı şöyle ifade eder: “Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Hususan suretperestlik, ahlâkı, fena halde sarstığı ve sukût-u ruha sebebiyet verdiği…” hatta devamında, bu halin “hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi” sarstığından bahsetmektedir. (Sözler, s. 374.) Bu dünyevîleşme çarkı içerisinde tesettürlü kadın da nasibini almış; ne tesettür gibi uhrevî boyutu olan fıtrî bir hâlden vazgeçmiş, ne de dünyevîleşme girdabından kurtulabilmiştir. İşte tesettür perdesinden suretlerini öne çıkarmak gibi bir yanlışın acı bir tokadı olsa gerek ki; tesettürlü kızlar, aile kuramamaktadırlar. Erkeklerin ise, açık saçık kadınlara bakmaları suretperestliği ortaya çıkarmış, bu da hevesleri kamçılamış ve tercihlerini sîreten asıl, buna bağlı sureten de ahlâklı hanım yönünde kullanmamalarının tokatlarını aile saadetini bulamamakla yediklerini görmekteyiz. Kısacası, tesettürlü kızlar, tesettür perdesinden öne çıkarttıkları suretin; erkekler de suretperestliğin tokadını yemektedirler. Hâsılı her şeyde olduğu gibi, tesettür meselesinde de gelinen bu çıkmazı aşmanın yolu, ihlâstır. Çünkü her şey Allah’ın elindedir. O razı olsa ve biz Onu razı etmenin peşinde olsak, O her şeyi bizim bile farkına varamayacağımız sürede ve surette değiştirecektir. Yeter ki, şu içi boşaltılmaya çalışılan tesettür emr-i İlâhîsini bir kez daha düşünüp, daha şuurlu bir şekilde, samimiyetle, Cenab-ı Hakkı razı etme niyetiyle yerine getirelim. “Tesettürsüz olan kadınlardan farkım, sadece başımdaki bir örtü”; “Örtülü olsam da kendimi beğendirmek ve güzel göstermek istiyorum”; “Başı örttükten sonra gerisi önemli değil”; “Benden korkmayın, sizden biriyim”; “Benim de güzel görünmek hakkım, bu yüzden hem başımı örterim, hem makyajımı yaparım” gibi düşünce ve psikoloji ile hareket ettikçe, belki de hem insanlar nezdinde, hem de Cenab-ı Hak katında, “örtülü çıplaklar” muamelesi görüleceği unutulmamalıdır.

Yasemin Yaşar (Bizim Aile, Ocak 2011)

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş