Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız...

2.951 Görüntüleme Hayatın İçinden 0 Yorum

“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.”

(Hud Suresi: 112.)

Peygamber Efendimiz (asm) kendisine indirilen bu ayetin ağır sorumluluğundan ötürü, “Beni Hud Suresi kocalttı” buyurmuşlardır.(1) Bizler ise bir yandan, önümüzde, yanı başımızda duran bu ve benzeri hakikatleri okuyor, diğer yandan ise nefsimize ve dünyaya yaranmak için bin bir kılıf buluyoruz, ayetteki emre zıt işlerimize. Ya “Bu bir zaruret” diyoruz, ya da “Şu ayette, hadiste buna cevaz var,” “Şu mezhep imamı bu böyle olur diyor,” “Allah nimetini kulun üzerinde görmek ister,” “Müslüman her şeyin en iyisine lâyık” diyerek benzeri savunmalara geçmiyor muyuz hemen her gün dini hükümleri dünyaya uyacak şekle getirmek için. Bununla birlikte, namazlarımızda her gün kırk defa Cenab-ı Haktan bizi “sırat-ı müstakim”e ulaştırmasını istiyoruz.

Elif

Günümüz Müslümanlarının modern, seküler (din dışı) akıntıya kapılıp da nasıl değiştiğine, dönüştüğüne İmaj ve Takva adlı kitabında ayna tutan Sosyolog Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Hz. Ebu Bekir’in (ra), “Haram faslından olan bir şeyi işlemiş olmayalım diye helâl faslından yetmiş faslı terk ederdik” sözünü hatırlattıktan sonra, bugün “haramları helâl kılacak fetvaların peşinde” oluşumuza dikkat çekiyor. Bu isabetli tespitinin ardından ise, “Sahip olunması gereken (modern) imajlar için, takvanın dindarların gündeminden çıkması şart. Çünkü takva varsa imaj yok, imaj varsa takva. Biri kulların bakışında değer kazanacak görüntüye teşne, her gün yeni bir hayalin peşinde koşarken, diğeri sadece Yaratıcının göreceği bir konumda saklıyor kendini” sözleriyle devam ediyor durduğumuz ve durmamız gereken noktaların arasındaki uçurumu anlatırken.(2)

Hayatın bizlere emanet olarak verildiği, halife-i arz olma vazifemizin endişesinin taşındığı, bu dünyanın imtihan meydanı olduğu, asıl yurdumuza hazırlığın esas alınması gerektiği hakikatleri artık satırlardan ve dillerden bile silinmeye meyletti görünüyor, maalesef. Çünkü artık bir kere geleceğimiz bu dünyayı en konforlu, en şık, en kariyerli yaşamak derdindeyiz. On dakikaya sığdırdığımız namazlarımız, daraltabildiğimiz kadar daralttığımız, bazılarımızca tamamen çıkarılan dış kıyafetlerimiz, âdeta markasız olmazsa ve mendil kadar örtülmezse örtüden sayılmayacağını düşündürten başörtülerimiz, yayınlarımızda yer işgal eden “tesettür!” reklâmlarımız bize, o hakikatlerin artık “mazi” olduğunu söylemiyor mu? Ya da “iki arada bir derede” kaldığımızı?

90’ların İslâmî kesiminde, geçmişteki halinin eleştirisini yapan, elbise değiştiren “bireysel Müslümanlar”ın arttığını akademik çalışmalarında ifade eden bazı sosyologlar da, bu “Müslüman özne”lerin, “evrensel seküler değerlerle uzlaşabilir olduğu sürece” Türkiye’nin çoğulcu yapıya kavuşmasına katkı yapma potansiyeli taşıyacağını ifade ediyor.(3) Oysa Bediüzzaman Said Nursî Sözler’de yer alan İçtihad Risalesi’nde, “Şu münkerat zamanında ve âdât-ı ecanibin istilâsı ânında ve bid’aların kesreti vaktinde ve dalâletin tahribatı hengâmında, içtihad namiyle, kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açıp duvarlarından muharriplerin girmesine vesile olacak delikler açmak, İslâmiyete cinayettir” diyor.(4)Bu satırları bir kez daha müdakkik nazarlarla okumaya ihtiyacımız yok mu?

Ahmet Hamdi Akseki, Ali Haydar Efendi, Bediüzzaman Said Nursî, Mehmet Akif Ersoy aynı devirlerde yaşamış, bizim ise henüz yakın tarih dediğimiz dönemin insanları. Onlar, içinde bulundukları fırtınalı zamanları mümkün olduğunca “dosdoğru” yaşama derdinde idiler. Bazısı, taviz vermemek için kendisine teklif edilen makam ve görevleri elinin tersiyle iterken, bazıları ise bulunduğu görevde İslâm için elinden geleni yapma gayreti gösterdi. Bu zevattan Sahn Medresesi müderrisi, “huzur dersleri” baş muhatabı, Nakşibendi silsilesini devam ettiren bir mutasavvıf olan Ali Haydar Efendi için bir yazar, “Ali Haydar Efendi’nin mürşit olarak asıl hizmeti, sorumsuz hayatın ve tüketim hastalığının İslâm coğrafyasını istilâ ettiği bir zamanda, mü’minlere yeniden dünyada ‘köprüden geçen’ ya da ‘gurbette yaşayan’ kişiler olarak nasıl kalabileceklerini öğretmesidir” diyor.(5) Hemen yakınımızdaki bu insanları ve eserlerini tanımaya çalışmamız gerektiği kanaatindeyim. Her birinden alacağımız derslere çok ihtiyacımız var.

Sözlerimin sonunda, Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin Avrupa’nın şahs-ı manevîsi ile girdiği muhaverenin sonunda bize yönelik hitabını aktarmak istiyorum. Şöyle sesleniyor Nursî: “Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz? Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Agâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzadır.”(6) Moda, liberal ahlâk, dinin safdışı bırakıldığı modernizm gibi kavramlar bâtıl efkârdan değil de masum birer araç mı yoksa bizi Cennete ulaştıracak? Eğrilerek “dosdoğru” olunur mu? Bunlar üzerinde düşünüp gayretimizi sırat-ı müstakime ulaşmaya yoğunlaştırabilmemiz ümidiyle.

Dipnotlar:

1.  Tirmizî, Tefsîru Sure (56) 6.

2. Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, İmaj ve Takva, İstanbul: Timaş Yayınları, 2006, s. 19.

3. Kenan Çayır, Türkiye’de İslâmcılık ve İslâmî Edebiyat, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008, s. 172.

4. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yirmi Yedinci Söz, İstanbul: Yeni Asya Neşriyat,1996, s. 44.

5.  Kamil Şenocak, İki Devrin Ulu Hocası Ali Haydar Efendi,  İstanbul: Yasin Yayınevi, 2007, s. 172.

6.  Bediüzzaman Said Nursî, Lem'alar, On Yedinci Lem’a, Beşinci Nota, İstanbul: Yeni Asya Neşriyat, 1998, s. 172.

Naciye Doyran

Bizim Aile Dergisi

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş