“Eğitim” değer vermek değil mi?

5.039 Görüntüleme Eğitim 0 Yorum

Eğitim şart!

Bilmem hatırlar mısınız? Kaçak cips üretiminin yapıldığı bir tanıtım reklâmı vardı. Kendince çok rağbet gören bir cips markasının taklidini yapmak için arkadaşlarını kafalayan aktör, işe koyulduğunda baskına uğramış; kendisine bunu niçin yaptığını soran gazetecilere dönerek pişkin pişkin “Eğitim şart” demişti.

Seyrederken “Ne alâka?” diye gülmüştük hani…

Hatırladınız değil mi?

Dünya kitap okuma istatistiklerine göre bir Japon yılda yaklaşık yirmi beş kitap okurken, güzel ülkemde bu sayı altı kişiye bir kitap olarak düşmekte. Her şeye farklı anlamların yüklendiği ülkemizde “eğitim” genel anlamıyla “öğrenim görme” olarak lânse edilip, kişi okuduğu müddetçe kendini eğitimli görmeye başlayarak bununla yetinince, ortaya aslında kitap okumadığı halde okul bitiren veya öğrenim gören veya öğreten insanlar çıkmakta. Haliyle “kitap okumayan okumuş” kesimler enteresan bir manzara oluşturmaktadır. “Eğitim ve öğretim yılı” adı altında öğretim verildiğinden olsa gerek; “eğitim” gitgide içi kof bir söz halini almaktadır. “Eğitimin,” bireyin duygu, düşünce, davranış yönleriyle kendini yetiştirmesi olarak tanımlandığını kabul edersek; öğretimin olduğu, eğitimin sözden ibaret kaldığı rahatlıkla anlaşılmakta değil mi?

Eğitim Şart

Kişisel gelişim rüzgârının bu denli kuvvetli esmesinin nedeni oluşan “eğitim” boşluğunun doldurulma gayretinden öte bir şey değil.

Hemen hemen her kesimin ısrarla olması gerektiğini savunduğu, ama mana olarak “öğretim”le karıştırarak, içerdiği önemden bigâne kaldığımız “eğitim” kavramı.

Reklâmdaki aktör gibi…

En basit tanımıyla kişinin davranışlarını olumlu yönde değiştirmesiyle başlayan “eğitim” kişinin konuşmasıyla, tavrıyla, ahlâk bazında kendini eğitmesiyle devam eder. Bu nedenle önce eksikliklerin fark edilmesi, buna bağlı olarak fark edilen yanlışların, önerilen doğrularla giderilmesi gerekmektedir. Burada öğrenimin aslında eğitime destek olduğu idrak edildiğinde öğrenimin tek başına yeterli gelmeyeceğini pekâlâ söyleyebiliriz.

Türkiye’deki eğitim düzeyini sorgulayan bir yazar, belki de fark edilmeyip es geçilen ya da önem verilmeyen bir gerçeği dile getirmişti. Kendisinin deyimiyle,‘ “eğitimli” görünen insanlar da dâhil; öğrencilerin sokakta, okulda ya da evdeki hareket ve konuşmalarını biraz daha dikkatle izlememiz gerekiyordu.

Öyle ya öğrenimine devam ettiği halde her gün farklı bir olayla müdürün karşısına çıkan öğrencide ki sorun neydi?

Verilen onca öğretime rağmen okullardaki şiddetin artmasını hangi nedenle izah edebiliriz?

Öğrenciler arasındaki konuşmaların gitgide argo kelimelerle dolması hangi eksiklikten ötürü?

İstisnalar hariç; rağbet gören okul dizilerinin içeriği hangi “eğitim,” hangi “öğretim” kavramıyla bağdaşmakta?

Uzmanlar niçin üzerine basa basa çocuklarınızla aranızdaki bağları koparmayın diye sesleniyor ebeveynlere?

Oluşan boşluğun farklı duygularla doldurulma endişesinden mi?

Küçüklerin ilgiyle takip ettiği sihirli diziler, bu boşluğu yakalamıyor mu?

Televizyonda rağbet gören programların ahlâk kavramına ne kadar uyduğu tartışılması gereken bir konu değil mi?

Beğenmese de hatır için tabağını bitirerek kalkan bir milletin evlâtları olarak, sırf yemekleri eleştirme adına aslında insan ruhunu rencide eden yemek programlarına gösterilen rağbetin nedeni ne ola ki?

Aile mahremiyetine aykırı olan diziler, aslında her seyredilişinde bizden bir şeyler koparmıyor mu?

Tepkileri, “oha falan olarak” dile getirmek moda olmadı mı?

Çocuğunu en güzel şekilde yetiştirmek isteyen anne babalar aynı gayreti, çocuklarına örnek olduklarını fark ederek yalan söylememek için gösteriyorlar mı?

Kontrol edilemeyen öfkeler, dozu kaçan şakalar, kendini sürekli mükemmel görmeler cehalet kökenli değil mi?

Öfkeyi kontrol edememenin mazereti, kırılan kalpleri ne kadar onarabilir ki?

“Tebessümün sadaka” olduğunu söyleyen bir dinin mensubu olarak, bu çağrıya ne kadar intisap ediyorum diye sorgulamak istiyorum kendimi.

Bugün sosyologların ısrarla saygının önemini vurgulamalarının nedeni, sakın saygıyı yitirmek üzere oluşumuzdan kaynaklanmasın?

“İslâm kardeşlik dinidir” dedikten sonra, kendi içimizdeki kırılmalar bu dinin mensuplarına yakışır mı hiç?

Olması gereken kişilikse, insanlara niçin kimliklerine göre muamele edilmekte?

Sorunlara çözüm uzaklarda mı aranıyor yoksa?

İslâmiyet sadece namaz kılıp, oruç tutmaktan ibaret olan bir din değil ki yaşadığımız tüm sorunlara bir çözüm sunmasın!

Kuşu ölen bir çocuğa taziyeye giden bir peygamberin gösterdiği incelik, çocuklara nasıl yaklaşılması gerektiğini bundan daha güzel bir örnekle ifade edebilir mi?

“Eğitim,” onun önem verdiği şey her ne olursa olsun, karşımızdaki küçük çocuğun üzüntüsünü anlama gayreti değil mi?

Çocuğunun yanına gelmesi için elini sıkı sıkıya kapatmış kadın, “Gel bak, sana ne vereceğim?” diye seslenir. Olanları seyreden peygamber, kadına dönerek, “Ne vereceksin?” diye sorar. “Hurma vereceğim ya Resulullah” dediğinde, Rahmet Peygamberi şöyle buyurur: ”Eğer elinde hurma olmasaydı, yalan söylemiş olacaktın.”

Bundan öte eğitim mi var?

Peygamber nedensiz mi buyuruyor, “Merhamet etmeyene, merhamet edilmez” diye?

Bu söz şiddetin yok edilmesi için uygulanması gereken altın formül değil mi?

Hz. Fatma’ya hitaben, “Sen Ali’ye cariye ol ki, o da sana köle olsun” demesi, aile içi mutluluğun anahtarlarını gizlemiyor mu içinde?

“Eğitim,” saygılı olmak değil mi?

Eşiyle aralarında geçen bir anlaşmazlıktan dolayı Ebu Bekir’in hakem olmasını isteyen Peygamber, babasının, kızına tokat atması üzerine “hakemlik etmeni istemiştik. Sen ise bizi üzdün” dememiş midir?

Kadına böyle bir değeri başka kim veriyor?

“Eğitim” değer vermek değil mi?

Üzgün olduğunda, “Konuş ya Aişe! İçimiz ferahlasın” sözleriyle dile getirdiği muhabbetin boyutu gözlerimizi yaşartmıyor mu?

Hastalanan bir Yahudi çocuğunu ziyarete giden bir zatın sergilediği davranış, gerçek manasıyla anlaşıldığında, hangi toplumsal sorunlarımıza çözüm sunmaz ki?

“Eğitim” kimlik ayrımı gözetmeksizin, insanca davranmak değil mi?

Tezgâhında kötü ve ıslak buğdayları iyilerin altına serpiştiren Sahabeye dönüp, “Aldatan bizden değildir!” sözleriyle açıklama yapması; dürüstlüğün, güvenin azaldığı günümüzde, küçük büyük ayırt etmeden insan haklarına gösterdiği saygıya bugün ne kadar ihtiyacımız olduğunu göstermiyor mu?

“Eğitim” adil olmak değil mi?

Bugün yaşanılan adaletsizlikler tek başına “öğretimin” yeterli gelmediğini gözler önüne sermiyor mu?

İnsanı insan yapan unsurları yaşayarak anlatan bir zatı anlama gayreti nispetinde değişmiyor mu hayatlarımız?

“Eğitim,” insanın insanca davranması değil mi?

Ve son bir kesit:

Sahabelerle oturmuş sohbet eden Peygamber, önünden geçen cenazeyi görünce ayağa kalkar. Orada bulunanlar, bu cenazenin bir Yahudi’ye ait olduğunu söylediklerinde şöyle buyurur, sesini asırlar sonrasına duyurmak istercesine:

“En nihayetinde o da bir insan değil mi?”

Böyle bir anlayışın adı “eğitim” değilse, nedir?

Şiddetin tüm hızıyla hayatımıza girmeye çalıştığı bir zamanda, önünden geçen bir cenazeye dahi saygı göstermesi, ne gibi düşünceler çağrıştırıyor sizde?

Bugün “eğitim” dendiğinde kastedilen davranışlar bunlar değil mi?

Sünnet-i seniyenin gerçek tanımı bütün bunları içine alan ahlâk kavramlarını anlatmıyor muydu bize?

Sünnet-i seniye saygıydı, sevgiydi, ahlâktı, adaletti, hoşgörüydü, nezaketti, anlayıştı, insanca davranabilmekti, yalan söylememekti, yardımlaşmaktı, tebessümdü, hürmetti, merhametti…

Sünnet-i seniyye eğitimdi.

Sözün özü Asrın Bedisinin ifadesinde: “Sünnet-i seniye edeptir; hiçbir meselesi yoktur ki, altında bir nur, bir edep bulunmasın.”

Bu şekilde düşünülünce, söylenecek tek bir söz kalıyor:

“Eğitim gerçekten şart!”

Nesibe BOZ

Bizim Aile Dergisi

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş