4.071 Görüntüleme Tarihi Bilgiler 1 Yorum

Fatih Sultan Mehmed Han'ın tarihini yazabilmek için en az yarım düzine lisanı (15inci asırda kullanıldığı şekliyle) bilmek, en az beş ülkenin arşivlerinde araştırma yapmak gerekir. Böyle tarihçileriniz yoksa, böyle kitaplar yazamıyorsanız kültür bağımsızlığınızı, millî kimliğinizi, haysiyetinizi koruyamazsınız.

Yazılı kültürü olmayan “şifahî toplumların” ciddî ve doğru dürüst tarihleri de olmaz.

Tarihi olmayan bir toplumun geleceği de yoktur.

Bir milleti esir ve zelil bir sürü haline getirmek için onu tarihsiz bırakmak yeterlidir.

Her toplumun kahramanları, örnek ve model olarak kabul edilen büyük şahsiyetleri vardır. Bunlar unutturulur, yahut tahkir edilir; yerlerine sahte kahramanlar türetilirse o toplum dejenere olmaya mahkumdur.

Hiçbir millet, ülke ve devlet sadece şimdiki zamanla yaşamaz, ayakta kalmaz.

Bozuk diktatörlükler, en fazla lisan ve tarihi bozmaya, yapay bir lisan ve tarih uydurmaya çalışır.

Büyük milletlerin zengin tarihleri vardır. Onların büyük adamları, kahramanları vardır. Böyle milletlerin put-adamlara ihtiyacı yoktur.

Barbaros Hayreddin Paşa Osmanlı Türklerinin, İslâm tarihinin büyük bir denizcisidir. Haçlılar ve Avrupalılar ise onu korsan olarak tanırlar. Bu zatı Türkiyelilere korsan olarak tanıtır ve bu şekilde kabul ettirirseniz, Türkiye’nin temellerini dinamitlemiş olursunuz.

Fransız Babinger güçlü bir tarihçidir, lakin büyük bir tarihçi değildir. Fatih Sultan Mehmed Han hakkındaki kitabında, kin ve düşmanlık duygularını yenemeyerek tarihimizin bu büyük zatına hakaretler ve iftiralar savurmuştur. Fatih’e Babinger’in gözüyle ve duygularıyla bakan bir Türk yabancılaşmış demektir. Filozof ne demiş? “Pirene dağlarının bir tarafında kahraman, öteki tarafında haydut…”

Fatih Sultan Mehmed Han’ın tarihini yazabilmek için en az yarım düzine lisanı (15’inci asırda kullanıldığı şekliyle) bilmek, en az beş ülkenin arşivlerinde araştırma yapmak gerekir. Böyle tarihçileriniz yoksa, böyle kitaplar yazamıyorsanız kültür bağımsızlığınızı, millî kimliğinizi, haysiyetinizi koruyamazsınız.

Tarihsiz bir toplum, hâfızasını yitirmiş ve canlı cenazeye dönmüş bir kazazedeye benzer. Bu adam, üstelik yazılı, edebî, zengin kültür dilini de yitirmişse onu bir ölü olarak kabul edebilirsiniz.

Bir kısım Ermenilerin ve onları kışkırtan Haçlıların ve emperyalistlerin nazarında Sultan Abdülhamid-i Sanî Han “Kızıl Sultandır”. Bu padişaha onlar gibi Kızıl Sultan diyenler zâhiren Türk ve Müslüman görünseler de Ermenileşmiş, Haçlılaşmış, emperyalistlerin hizmetine girmiş olurlar.

Biz Müslümanlar, Hazret-i Muhammed’i (s.a.v.) insanlığın en büyük ve hayırlı şahsiyeti olarak kabul ederiz. Bu imanî değerlendirmemizi akıl, bilgelik ve kültür ışığında ispat ederiz. Günümüzün tanınmış Evangelistlerinden Amerikalı bir papaz, Peygamberimize “Terörist” hakaretini savurmuş bulunuyor. Onun bu görüşünü benimseyen kişiler, bu ülkeye, bu halka, bu kültüre, o papaz kadar yabancı ve düşmandır.

Bir şey hem siyah hem beyaz olmaz. Tarihte olur.

İlkokuldan liseye kadar, ondan sonra üniversitede, gerçek tarihle ilgisi olmayan yalancı, sahte, düzmece, uydurma, sun’î (yapay) bir tarih okutursanız genç nesilleri yabancılaşmış homongoloslar olarak yetiştirirsiniz.

Bir toplum tarih, kültür, düşünce, sanat, mukaddesat kahramanlarını hor görür, onların yerine şarkıcıları, türkücüleri, gladyatörleri, oyuncuları, hokkabazları kahraman, örnek ve model kabul ederse mânen ve maddeten intihar etmiş olur.

Kendi tarihlerine tükürenler, aynaya yahut rüzgâra karşı tükürmüş olurlar.

Büyük bir tarihe sahip büyük milletler geçmiş zaferleri kadar, eski yenilgi ve hezimetlerini de unutmazlar, bunları hatırlayarak kendilerine yön verirler.

Medenî, hür, kalkınmış ülkelere bakarsanız, oralarda en fazla tarih kitapları yayınlandığını, bunların yüksek tirajlar yaptığını ve kitleler tarafından merak ve dikkatle okunduğunu görürsünüz. Tarih okumayan, tarihi merak etmeyen, tarihini bilmeyen bir toplum, sürüleşmiş, yığınlaşmış olur ve tefessüh eder (dejenere olur).

Üniversitelerin, ciddî tarih araştırmaları yapmayan, ciddî, büyük tarih kitapları yazamayan tarih kürsüleri sadece isim ve resimden ibarettir. Onların gerçek tarihle, tarih kültürüne hizmetle ilgileri kalmamıştır.

Türkiye’nin son 350 yıl içinde yetiştirdiği 10 büyük ve tesirli şahsiyetten biri İzmirli haham ve Mesih Sabatay Sevi’dir. Ülkemizde güçlü bir tarihçilik olsaydı, bu zat hakkında şimdiye kadar en az bin adet ciddî araştırma kitabı ve ilmî makale yazılmış olması gerekirdi.

Sahte kahramanlar, put-şahsiyetler söğüp sayarak, hakaret edilerek yıkılamaz. Onlar tarih ilminin ve edebiyatının topları ile yere serilebilir.

Büyük adamların övgüye, hele dalkavukluğa hiç ihtiyaçları yoktur.

Ağaçlar ve bitkiler gıdalarını kökleriyle alırlar. Toplumlar güçlerini tarihlerinden alır.

Tarihte menkabeler vardır. O menkabelere hurafe diyenler, bir milleti ayakta tutan mânevî inanç ve güçlere saldırmış olur. Asıl hurafeler, yalancı ve sahte tarihlerin put-şahsiyetleri hakkında uydurulmuş mitolojik efsanelerdir.

Tarihine küfr edenlerin; babasına haydut, anasına fâhişe, dedelerine eşkiya diyen soysuz piçlerden ve itlerden farkı kalmaz.

Maddî imkanı olduğu halde dedelerinin ve atalarının yaşamış olduğu Girit, Yanya, Kavala, Serez, Selanik, Rusçuk gibi şehirleri ziyaret etmeyen, oralardaki cami harabelerinin duvarlarına başlarını dayayıp gözyaşı dökmeyen, düzlenmiş İslâm mezarlıklarının bulunduğu yerlere gidip Fatiha okumayanlar kimliklerini, hafızalarını, vicdanlarını yitirmiş kimselerdir. Unutmayalım ki, Kosova meydan savaşının 600’üncü yıldönümünde Kosova sahrasında bir milyon Sırplı toplanarak kendi tarihlerinin o büyük hezimeti için gözyaşı dökmüşlerdi. Tarihî şuuru, hassasiyeti, hâfızası, vicdanı olmayan toplumlar zavallı toplumlardır.

Tarih yazıya dayanır. Ülkesinin, devletinin, halkının bin yıl kullanmış olduğu yazıyla kaleme alınmış kitapları, tarih vesikalarını, kitabeleri, mezartaşlarını okuyamayan bir toplum “Yazılı bir toplum” değil, “Şifahî bir toplum” haline gelmiştir ve onun durumu son derece vahim, geleceği son derece karanlıktır.

Tarih şuurunu yitiren, zengin-yazılı-edebî lisanını unutan, millî kimliğini kaybeden toplumların içinden, hiçbir Hıristiyanın yaşamadığı Çanakkale’nin en büyük meydanına görkemli bir kilise yaptırmak isteyenler çıkabilir. Bunlara “Atina’da hayli Müslüman yaşadığını, fakat o şehirdeki eski cami binalarının İslâm ibadetine (hiç olmazsa cuma namazında) açılmadığını söylemek gerekir. Orada Müslüman var, cami açılmıyor, burada Hıristiyan yok, kilise açılıyor…

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş