Büyük Seyyah İbn-i Batuta

20.207 Görüntüleme Bilimsel Haberler 1 Yorum

İBN-İ BATUTA ismiyle meşhur olan seyyahın asıl adı, Şemseddin Ebu Abdullah Muhammed b. İbrahim´dir. 1304´te Tanca´da doğmuştur. Berber kabilelerinden Levatalara mensuptur. Yirmi iki yaşına kadar Tanca´da yaşamış, hukuk ve din tahsilini de buranın medrese (üniversite) sinde yapmıştır. İlk defa Hacc maksadıyla Hicaz´a doğru yolculuğa çıkmış, İskenderiye´ye kadar uzanan bu seyahatinde uğradığı yerlerde İslâmi mevzuları bilen bir zat olarak halkın ve belde ileri gelenlerinin iltifatlarına mazhar olması, onda devrinin İslam dünyasını tanıma merakını uyandırmış, maceracı ve araştırıcı ruhunu kamçılamış, böylece çeyrek yüzyılı aşan seyahatleri ile Mısır, Suriye, Arab yarımadası, Irak, İran, Doğu Afrika, Anadolu, Kuzey Türk illeri, Doğu Asya, Hindistan Çin, Endülüs ve Sudan gibi ülkeleri görmüş, tanımıştır. Sonra da bu Sebahatlarının neticesinde, ondordüncü yüzyıl İslam dünyası ile Türk âlemini canlı levhalar halinde seyahatnamesinde aksettirmiştir.

İbn-i BatutaBatuta, Marko Polo´nun üç katı daha fazla dolaştı ve günümüzdeki coğrafya ile 44 ülkeyi gezerek, bugün Paris´te Bibliotheque Nationale´da saklanan 640 yıllık el yazması ünlü kitabını yazdı. Batuta, 13 Haziran 1325 yılında doğum yeri olan Tanca´yı terk ettiğinde, Mekke´ye hacı olmaya gidiyordu. Gerçek adı, şeyh Abdullah Muhammed ibn Abdullah ibn Muhammed ibn İbrahim el Lavati´ydi. Eğer bugün yolunuz Tanca´ya düşerse, stadyumun yakınında bulunan Batuta´nın yerini ziyaret edin. Tanca uzak geçmişin buhur kokularıyla buram buramdır, buradan Finikeliler, Romalılar, Vandallar, Araplar, İspanyollar gelip geçtiler, yaşadılar, ticaret yaptılar, genç Batuta, askerlerin, korsanların ve usta kaptanların arasında dolaşırken deniz çizgisinde soluklasan uzak ufuklara açgözlülükle bakıyordu, ta ki upuzun bir deve kervanıyla Mekke´ye doğru yola çıkıncaya kadar...

İbn-i Batuta´nın üç seyahati vardır. Bunların ilki en uzunu olup doğu ve batıda ziyaret etmediği bir yer bırakmamıştır. Gezilerinde en fazla kaldığı yerlerden biri Hindistan, diğeri Çin´dir. Hindistan´da iki yıl, Çin´de iki buçuk yıl kadılık yapmıştır, Dolaştığı her yerde hâkimlerle, kadılarla, ileri gelenler ve mühim kimselerle tanışmıştır. Onların adetlerini, törelerini, yediklerini, içtiklerini, eğlencelerini en ince bir şekilde tespit etmiş, aralarındaki geçimsizlikleri, entrikaları kavgaları canlı tablolar halinde nakletmiştir. Dindar bir kimse olmak itibariyle her gittiği yerde, işittiği din adamları ile tanışmış mukaddes makamları ziyaret etmiş, dini müessesler hakkında malumat toplamıştır. İslam âlemine ilk defa hind fakirlerinden, Anadolu ahilerinden ve İran hatimlerinden bahseden seyyah o olmuştur. Bu yönü ile ayrı bir değer taşır.

İbn-i Cüzey, İbn-i Batuta´nın hatıralarını yazma işini 1355 yılının Ocak ayında tamamlamıştır, İbn-i Batuta 1369 yılında vefat etmiştir.

İlk yolculuğunda Kuzey Afrika´dan geçerek Mısır´a varmış, Nil vadisinden birinci şelaleye kadar gitmişti. Yalnız o sırada bu bölgede savaş yapılmakta olduğu için geri dönerek Suriye´ye burada da fazla kalmayarak İran´a ve ikinci defa Mekke´ye gelmiş, buradan da Kıpçak eline kadar uzanmıştır.

İbn-i Batuta Kıpçakların yaşayışı üzerine çok ilgi çekici bilgiler vermiştir.

Batuta 1342´de 2000 atlı ile Çin´e gitmek üzere yola koyulmuştu. Çin imparatoruna birçok yüksek değerde hediyeler götürüyordu. Kervan yolda yerli kabilelerin hücumuna uğradı, yağma edildi. İbn-i Batuta da Delhi´ye dönmek zorunda kaldı ikinci defa yola çıkışında önce Malakar kıyılarına geldi, burada deniz yolculuğuna elverişli rüzgârları beklemek için üç ay kaldı.

İbn-i Batuta, Tombukta´ya kadar gitti. Coğrafya bakımından İbn-i Batuta Sudan ile Nijerya bölgesinin gerçek kâşifi sayılmaktadır. Zengibar Hint -Kuş, Maldiv adaları ve Sumatra´ya dair verdiği bilgiler sonradan kaptan Gudlain, J.Wood Soltorgraje gibi batılı gezgin ve uzmanlarca doğrulanmıştır.

İbn-i Batuta Asya ve Afrika´nın birçok ülkeleri hakkında coğrafya ve tarihle ilgili pek değerli bilgiler verir. Bunlar arasında Sudan´daki zenci Manding devleti hakkındaki notları ile bu devleti unutulmaktan kurtarmıştır. Bundan başka kitabın Hindistan bölümünde bu ülkenin tarihini anlatmakla yetinmemiş, buradaki sosyal sınıflar, toplum hayatı ve gelenekler üzerinde çok zengin bilgiler vermiştir.

İbn-i Batuta kitabında çağındaki birçok Türk ülkelerini de çeşitli yönleri ile anlatır. Yukarda adı geçen Kıpçak elinden başka gezi notlarında Luristan Atabeylerine, İlhanlılara, Çoban Oğulları’na, Artuklıların İlgazı koluna da geniş yer verilmiştir, İbn-i Batuta bu ülkelerdeki komutanları, bilim adamlarını, ordu ve hükümet kuruluşlarını uzun uzun anlatıyor.

Osmanlı devletinin kuruluş çağında Anadolu´daki Türk beylikleri üzerine de İbn-i Batuta´nın kitabında çok zengin bilgiler vardır. Bu ara^a Osman beyin oğlu Orhan Gazi´ye çok önemli bir yer ayırmıştır. Osmanlı devletinin temel müesseselerini meydana getiren Orhangazi´nin yüze yakın kalesi olduğunu, bu büyük devlet başkanının durup dinlenmeden bunları kontrol ettiğini ve daima cenge hazır olduğunu överek anlatır. Anadolu´ya dair verdiği bilgiler arasında ahilere dair olanlar çok ilgi çekicidir. İbn-i Batuta çifte bir sosyal gaye ile kurulmuş olan Ahiliğin tüzükleri buyrukları üzerine geniş bilgiler verdikten sonra, büyük askeri şeflerin bu ahilerden seçildiğini de söyler.

İbn-i Batuta´nın kitabında bütün bu coğrafya ve tarih bilgilerinden başka, gezip gördüğü yerlerde yaşayan insanların yeme içme ve giyinişlerine, kullandıkları vasıtalara da büyük yer ayrılmıştır. XIV. Yüzyıldaki İslam dünyasının ekonomi sanat ve ulaştırma v.b. işleri üzerine araştırma yapanlar için İbn-i Batuta´nın kitabı çok değerli bir hazinedir.

Anadolu ve insanını şöyle anlatır:

"Bilad-i Rum denilen bu ülke dünyanın en güzel memleketidir. Allah, güzellikleri öteki ülkelere ayrı ayrı dağıtılırken, burada hepsini bir araya getirmiştir. Burada dünyanın en güzel insanları, en temiz kıyafetli halkı yaşar ve en nefis yemekler pişirilir. Allah´ın yarattıkları içinde en şefkatli olanlar bunlardır ki, bundan ötürü "Bolluk, bereket Şam´da şefkat ise Anadolu´dadır. "denilmiştir.

"Alanya´ya ulaştık... Bu ülke dünyanın en güzel memleketidir, Allah diğer ülkelere tek tek bahsettiği güzellikleri burada bir araya getirmiştir. Ahalisi güzel ve temizdir... Bunlar için "bolluk, bereket Sam´da, şefkat ise Anadolu’dadır" denmiştir... Bu ülkede bir eve indiğimizde kadın, erkek durumumuzu soruştururlardı. Burada kadınlar erkeklerden kaçmazlar, ayrılacağımız zaman sanki akrabaymış gibi özlemle vedalaşırlar ve gözyaşı dökerlerdi... Alanya büyük bir şehirdir ve ahalisi Türkmen´dir..."

İbn-i Batuta'nın Gezdiği Yerler

Ahi´lerden şöyle bahseder:

"Ahi-kardeş demektir. Ahiler, Anadolu´ya yerleşmiş bulunan Türkmenlerin yaşadıkları her yerde, şehir kasaba ve köylerde bulunmaktadırlar. Memleketlerine geleni yabancıları karşılama, onlarla ilgilenme, yiyeceklerini, içeceklerini, yatacaklarını sağlama, onları uğursuz ve edepsizlerin ellerinden kurtarma, şu veya bu sebeple bu yaramazlara katılanları yeryüzünden temizleme gibi mevzularda bunların eş ve emsallerine dünyanın hiçbir yerinde rastlamak mümkün değildir.

Ahi, evlenmemiş, bekâr ve sanat sahibi olan gençlerle diğerlerinin kendi aralarında bir topluluk meydana getirip içlerinden seçtikleri bir kimseye denir. Bu topluluğa da Fütüvvet gençlik adı verilir, önder olan kimse bir tekke yaptırarak burasını halı kilim kandil ve benzeri eşya ve gerekli vasıtalarla donatır. Kardeşler gündüzleri geçimlerini sağlayacak kazanç elde etmek üzere çalışırlar ve o gün kazandıkları parayı ikindiden sonra topluca getirip öndere verirler. Bu para ile tekkenin ihtiyaçları karşılanır, topluca yaşama için gerekli yiyecek ve meyveler satın alınır. Mesela o sırada beldeye bir yolcu gelmişse, onu tekkede misafir ederler ve alınan yiyeceklerden ikram ederler. Bu tutum yolcunun ayrılışına kadar sürer gider. Bir misafir olmasa bile yemek zamanında yine hepsi bir araya gelip topluca yemekler yerler ve ertesi sabah işlerine giderek ikindiden sonra elde ettikleri kazançlarla rehberlerinin yanına dönerler. Bunlara Fityan-Gençler, rehberlerine ise daha önce de söylediğimiz gibi Ahi-kardeş adı verilir. Ben, dünyada onlardan daha güzel davranan kimse görmedim. Şiraz ile İsfahan halkının davranışları onları andırmakta ise de, bunlar gelen ve giden yolculara daha fazla alâka ve saygı göstermekteler, şefkat ve iltifatta onlardan daha ileride bulunmaktadırlar.

Antalya´ya varışımızın ikinci günü idi, bu gençlerden biri Şeyh Şehabeddin-i Hamevi´nin yanma gelerek onunla Türkçe konuştu. O zaman Türkçeyi henüz anlayamamakta idim. Sırtında eski, yıpranmış bir elbise, başında da keçe külah vardı. Şeyh bana dönerek, bu adamın ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu Bunun üzerine, seni ve yanındaki arkadaşlarını yemeğe davet ediyor, demesiyle doğrusu buna hayret ettim ve evet dedim. Adam ayrılınca Şeyhe, bu adam fakirdir, bizi ağırlayacak kudreti yoktur, onu zor durumda bırakmak istemeyiz, dedim. Bunun üzerine, Şeyh güldü ve bu adam genç kardeşlerin rehberlerinden biridir, kendisi sayacı ustalarındandır, cömertliği ve kerem karlığı ile tanınmıştır. Sanatkârlar arasında aşağı yukarı iki yüz yoldaşı vardır. Onlar kendisini önderliğe seçtiler ve bir tekke yaptırdılar. Şimdi gündüz kazandıklarını geceleri sarf etmektedirler, cevabını verdi."

Piramitler hakkında;

"Tufan ´dan önce malum olan bütün ilimler Yukarı Mısır’da Sad bölgesinde oturan Hunuh denen Hermes´den alınmıştır. Astronomik hareketleri ve ilahi cevherleri ilk anlatan odur, bilimin ve üretimin kaybolmasından korkarak piramitleri yapan ve üzerlerine tüm araçları resmeden yine Hermes´dir... Piramidin kapıları yoktur ve neden yapıldığı bilinmemektedir... Bir söylentiye göre tufanlardan korkan bir firavun bilimin, hükümdar eşyalarının ve cesetlerinin kaybolmaması için yaptırılmıştır, içinde bunlar saklıdır..."

Meryem ve Hz. İsa’nın mezarları:

"Kudüs´te Cehennem Vadisi denen yerde bulunan kiliseye Hz. Meryem´in mezarı deniyor... yine orada bir başka kiliseye de Hz. İsa’nın mezarı deniyor ve ziyaret ediliyor ama safi yalandır..." Garip bir olay: "Bir defa Dehli´ye beş günlük mesafede bulunan Afkanbur´daydim... Bir grup derviş gelerek bir gece kalmak istediler, bunlara Haydari deniyordu... Reisleri zenciydi, bana gelerek etrafında raks etmek için ateş yakacağını söyleyerek odun istedi... ateşi yaktılar ve yatsı namazından sonra kor haline gelmiş ateşin içine girip raks ederek yuvarlanmaya başladılar. Reisleri benden gömleğimi istedi ve ateşin içine girerek gömlekle alevleri söndürdü... Gömleği bana getirdiğinde ateşin asla etkilememiş olduğunu gördüm.

Petrol hakkında:

"Dicle civarında Kiyare denen bir yer vardır, burada bulunan siyah bir yerde zift kaynakları vardır, ziftin toplanması için havuzlar yapılmıştır. Zift zemin üzerinde pek siyah, parlak, yumuşak, hoş kokulu çamura benzer. Kaynakların çevresinde oluşan siyah gölün üzerinde ince bir yosun olup, onu kenara atınca zift olur. Zift çıkarmak istendikçe kaynakta ateş yakılır, ateş rutubeti buharlaştırır sonra zift parçaları ayrılarak çıkarılır. Küfe ve Basra arasında da böyle kaynakların bulunduğu söylenir."

Bir göktaşı:

"Birgi Sultani Aydınoğlu Mehmet Bey´in konuğuydum... Sultan bana gökten düşmüş tas görüp görmediğimi sordu. Ben de, ne gördüm, ne işittim dedim. Birgi dışına böyle bir taşın düştüğünü söyleyerek adamlarına taşı getirtti. Sert, parlak ve simsiyah bir tas getirildi... Taşçılar çağrıldı... Taşı parçalamaları emredildi... Dört usta çekiçlerle tasa vurdukları halde tas üzerinde zerre kadar iz meydana gelmedi... Sonra Sultan taşı eski yerine göndertti."

Karanlık Ülke:

"Bulgar şehrinden geçerek Karanlık Ülke´ye gitmek istedim, Hark günlük yol vardı... Vazgeçtim... Cinas; buz deryasıydı... Yolcular bu ülkede kırk gün giderler ve Karanlık Ülkenin yanında kamp kurarlar, getirdikleri malları sınıra bırakıp geri dönerler... Ertesi gün geldiklerinde mallarının alınmış olduğunu, yerlerine samur, sincap veya rakun kürklerinin bırakılmış olduğunu görürler. Alışverişleri budur... Oraya gidenler kiminle alışveriş yaptıklarım, bunların in mi cin mi olduğunu bilmezler..."

Tas insanlar:

"Hindistan´da Laheri şehri dışında Tarna denen yere vardığımızda, insan ve hayvan seklinde sayısız taşlar gördüm. Bunların çoğu kırılmış, bir baş veya bir uzuv kalmıştı. .. Bir sur ile ev duvarlarının izleri vardı... Bir ev kalıntısının içinde tas bir peyke üzerinde elleri arkasına bağlı gibi duran tas bir insan vardı... Kalıntılar arasındaki çukurlar pis kokulu sularla doluydu... Bir duvarda Hintçe bir kitabe vardı... Yanımda bulunan arkadaşım şöyle dedi; "Tarihçilerin söylediğine göre, burada eskiden çok büyük bir şehir vardı, şehir sakinleri büyük rezaletler islediklerinden hepsi tas kesildiler. Hintçe kitabede bu insanların 1000 yıl önce uğradıkları felaket anlatılır."

Cukiler:

"Bu garip insanlar Hindistan´da Perven şehrinde yaşarlar... Aylarca bir şey yemez içmezler, çukurlar kazılır, bir tek hava deliği bırakılır ve orada aylarca kalırlar, bir sene kalanı bile işittim... Halkın inancına göre bu adamlar bir hap yapıp onu yerler ve uzun zaman acıkmazlar... Bunlar gelecekten de haber verirler... Kimisi bakışıyla adam öldürür... Bir gün Sultan beni yanma çağırdı yanında iki Cuk´i vardı, onlara benim bir yabancı olduğumu, görmediğim şeyleri göstermelerini emretti... Birisi bağdaş kurarak yerden havaya yükselince ben korkudan düşüp bayıldım... Bir ilaçla ayıltmışlar... Sonra ötekisi heybesinden bir nalın çıkardı, yere vurdu ve nalın kendi kendine havaya yükselip, boşlukta duranın ensesine gidip vurunca adam yere indi... Sultan aklıma zarar geleceğinden korktuğu için daha büyük şeyler yaptırmadığını söyledi"

Âdem Peygamber´in ayak izi:

"Ddünyanın en yüksek dağlarından birisi Seylan´da Serendik Dağı’dır, çıkınca bulutlardan aşağısını göremezsiniz... Orada Hz. Âdem’in ayak izi siyah ve yüksek bir kayanın içinde bulunur. Ayak kayaya gömülerek iz bırakmıştır, boyu 12 karıştır... Eskiden Çinliler gelerek kayadaki ayak izinin bas ve yanındaki parmakların izini kırarak orada bir tapınağa koymuşlar... "

Yamyamlar:

"Timbuktu´da Müslüman olmayan zenciler insan eti yerler ama beyazların etini yemezler, onlara göre beyaz insan eti gerektiği gibi gelişmemiştir, zenci eti tam kıvamındadır... Bir gün bunlardan bir grup Sultan Mensa´yı ziyaret etti, Sultan bunlara ikram olsun diye bir hizmetçi kadını verdi, kadını boğazlayıp yedikten sonra kanını ellerine ve yüzlerine sürdüler... Kadın etinin en lezzetli yerleri el ayasıyla memesiymiş. "

Kitabın Sonu:

ibni Cüzey der ki; "Akil sahibi hiçbir insan ibni Batuta´nın yüzyılın gezgini olduğunu takdir edemezlikten gelemez. Onun için bu milletin gezginidir denilirse abartılmış olunmaz. Benim ibni Batuta´dan yaptigim özet burada son buldu. Bu eserin yazılışı Şubat 1536´dadir..."

Günümüzden yüzyıllar önce yazılan bu eser gerçekten inanılmazdır. Ama daha inanılmazı ibni Batuta´nın o dönemin dünyasının hemen hemen üçte ikisini sağ salim gezmiş olmasıdır. Anlattıkları benzeri gezginlerin anlatılarının çoğunun üzerinde ve çok daha zengindir.

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş