7.382 Görüntüleme Sevgi Hikayeleri 1 Yorum

Bu öyküyü, gerçek hayat öyküsüne borçlu olduğum,

Ustam M.Selahattin Şimşek’e...

ACELEYLE İNDİRİLEN kepenklerin sesi bile, her zamankinden daha soğuktu. Çatıların kovuklarından serçeler düşüyordu. Herşey üşümüş, donmuştu. Görülmemiş bir ayaz, sanki soğuk elleriyle çocukları, kadınları, işten çıkanları ittiriyor, evlerin kapılarına kadar buzdan nefesini enselerinden ayırmıyordu. İşte bu soğuk, en sonunda fırıncıyı da dükkanını kapamaya zorladı ve birkaç meczupla genç yazarı da Yenicamii’nin yanındaki o ufak asmaaltı kahvehanesine girmeye mecbur etti.

Genç yazar her akşam olduğu gibi, bu akşam da, ustasını bekliyordu. Ustası da bir yazardı fakat hiç uzun yazmıyordu. Özdeyişler yazmak ve onlara uygun resimler bulup, posterler haline getirmekle meşhurdu. Kısa yazıyordu, fakat yazdıklarının etkisi ne de uzun sürüyordu… Büyük bir kafaydı o, herkes bu konuda aynı fikirdeydi. Onu dinlemek, tavsiye ettiği yazarları okumak, olayları ve fikirleri kavramakta değişik bakış açıları bulmanın yollarını öğrenmek, çevresinde yumak olmuş genç okur-yazarların da her akşamki değişmez törenleriydi… Bu törenin adı, yaşamanın anlamını keşfetmekti… Bu törenin adı, sevginin değerini bilmekti… Bu törenin adı, cömertlikti, mertlikti, fekakârlıktı. Bu törenin adı, insan olmaktı.

Genç yazar, bunları düşünürken, sanki hiç zaman geçmemişti. Kahvehanede meczuplardan başka kimse de yoktu. Demek herkes evindeydi ve pencerelerinden bakıyorlardı sokaklara, şehre… Ağaçların dalları karla yüklüydü, kar sokaklarda diz boyunu çoktan geçmiş, hâlâ birikiyordu. Bu küçük şehirde, o gece ağır ağır birikiyordu o kar ve soğuk ve ıssızlık. Bir çay daha söyledi genç yazar, ocakçı umursamadı, ağırdan aldı.

- Nerede? Gelmez belki bu akşam!

- Olsun, dedi genç yazar.

Masasında açık duran kitapta yazılanları değil, geçen akşam ustasıyla konuştuklarını düşünüyordu:

“Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe gerçeğe ermiş olamazsınız” demişti. Bu, Kur’an’dan bir âyetti… Sonra tarih boyunca büyük fedakârlıklardan örnekler vermiş ve insanlığın yüce gönüllü insanlarla övünç duyduğunu anlatmıştı. İnsanlar, böylelerine “ermiş” diyorlardı…

Çayı soğumuştu. Yenisini söyledi. Küçük camlardan dışarısı artık görünmüyordu. Hem kar, hem buğu vardı pencerelerde. Nerede kalmıştı usta yazar? Saatlerdir geçmek bilmeyen zaman, çatıda birikmiş bir kar parçası gibi birden düşüverdi… Vakit aniden gece yarısını geçti… İyice meraklandı genç yazar. Belki de gelmeyecek, diye düşündü. Biraz daha bekleyelim, dedi. Birazdan kalkarım. Başına bir şey gelmiş olmasın. Değildir umarım. Bu vakitte gelmez artık… Bu iç konuşmalar, saat tam 01’i gösterirken kapının açılmasıyla kesildi. Gelmişti. Fakat bu saatte?

- Senin son otobüsün gitmedi mi? Niye bekledin? Dedi genç yazara.

Selamlaşıp kucaklaştılar. Genç yazar merak etmekte haklıydı… Ustasının elleri buz gibiydi. Kaşları, saçları, sakalları kıtır kıtırdı, neredeyse donmuş gibi… Yüzü bembeyaz, burnu kıpkırmızıydı… Kardan bir adam olmuştu sanki.

- Gelirken yolun bir yerinde ayağım kaydı. Belimi incittim. Birkaç adım sonra düşündüm ki, birazdan aynı yerden belki bir kadın geçecek. Belki kucağında çocuğu var… Hastasına ilaç yetiştiren biri de olabilir… Yaşlı bir adam da geçebilir. Ya düşerlerse? Ya bir yerleri kırılırsa?

Genç yazar şaşkın şaşkın bakıyordu. Ne peki? Ne yapmıştı ustası?

- Orada bekledim, dedi. İnsanları uyarmak için… Artık kimsenin gelip geçmeyeceğinden emin olunca da, yürüdüm geldim işte.

Az önce, kardan adama dönmüş diye düşündüğü özdeyiş yazarı, genç yazarın karşısında şimdi dünyanın en sıcak kalbi gibi duruyordu.

Sevgi Öyküleri Kitabından

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş