2.072 Görüntüleme MAKALE 0 Yorum

Yaşlanmaya yüz tutmuş kırk dört yıllık arkadaşımla yürüyordum caddede. Adımları eskisi gibi çevik ve enerjik değildi.

Bir an üzüldüm. Kırk dört yıllık arkadaşlığımızı gözden geçirmek isterken Turuncu'nun rüyasının kalan kısmı yeniden hayalhaneme ilişiverdi.

Yanında bir melek belirdi. "Cesedinden ayrılma vakti geldi" der gibiydi. Ondan nasıl ayrılacaktı? Yıllarca içinde yaşadığı ceset onun en yakın dostu, yoldaşı olmuştu. Birlikte geçirdikleri günler aktı gözünün önünde. Hastalıkları, iyileşmeleri, bedeniyle birlikte büyümesi, yaşlanmaya yüz tutuşu, günbegün geçirdiği değişimler canlandı. Cildindeki ilk kırışıklıkları fark ettiğinde içinde depreşen ilk korkuyu hatırladı. Saçlarındaki ilk beyazı. Birlikte yaptıkları yolculukları hatırladı sonra. Nerelere gidip gelmişlerdi. O ağır bavulları taşıyan kollarına dikti bakışlarını. Acaba bedenine iyi davranmış mıydı? Bedenin üzerindeki haklarını düşününce ürperdi.

Bedenine bir kere daha sarılmak istedi. İnsanlar ayrılırken ve buluşurken hep sarılmak isterler birbirlerine. En sıkı sarılmalar hep ayrılırken olanlardır. Ayrılık acısının son bir tesellisi. Bedenini özleyecekti. Nasıl özlemesindi, koca bir ömrü birlikte geçirmişlerdi. Ona yeniden kavuşmayı diledi içinden, büyük bir inançla. Melek gözünün içine baktı, "Hadi ama" der gibiydi. Bedenine "Görüşmek üzere" diyerek melekle birlikte odadan ayrıldı. Aynasız odadan. Aynasız ve kaygısız yaşamımın tek odasından. Melek onu tuttu. Tutma lafını çok severdi Turuncu. Hep tutulmak isterdi. En sonunda bir melek tutmuştu işte kendisini. Onu boşluğun, karanlığın, hiçliğin ortasına düşmekten kurtarmış, tutmuştu. Melek onu tuttu, başka bir meleğe verdi, o da başka bir meleğe, o da başka bir meleğe. Berzah denilen yere taşıyorlardı onu, tam o âleme girecekken uyandı.

Uyandığında saat üçü yirmi geçiyordu. Uyandığından emin olamadı. Henüz tam sıyrılamadığı rüyasında gördükleri duygularını karmaşıklaştırmıştı. Uyandığına iyice emin olunca iki zıt duygunun içinde çarpıştığını fark etti. Hayatta olduğuna sevinmişti. Bir gün rüyasının rüya olmaktan çıkıp gerçeğin kıyısına geleceğini görmektense tedirgin.

O gece bedeninin hayat yolunda en yakın arkadaşı olduğunu hissetti Turuncu. Onlarca yılı bedeniyle birlikte geçirmişti ve bilemediği yılları yine birlikte geçirecekti. Bedenine karşı bir yakınlık duydu, onu hiç böyle düşünmemişti. Ona sarılası geldi. Bir eliyle diğer elini tuttu. Gecenin geri kalanını böyle geçirdi.

O gece şunu da anladı Turuncu. Ölmek, en yakın arkadaşı bedeniyle ilk kesin ayrılığı olacaktı. Bedeni günbegün farklılaşıyordu. Her farklılaşma bir çeşit ayrılıktı. Beş yaşındaki bedeni ile şu anki bedeni aynı değildi ama hâlâ birlikte olduğu bir beden vardı. Ölünce hiç olmayacak bir beden. Onu özleyecekti.

Kırışmış ellerine, pörsümeye yüz tutmuş cildine, bir gün kendisini zor zahmet taşıyacak ayaklarına baktı. Cildinin hemen altındaki damarlar yıllar içinde daha da belirginleşecek, yeşil bir boru hattı gibi daha çok görünür hale gelerek yaşlılığından ve ölümünden haber verecekti. Belki de bunlar için hiç vakit olmayacak küt diye ölecekti. Yakın bir zamanda sönecekti hayat parıltısı, kendini o yalnız odada bulacaktı.

Yürüyordum, caddede. Kırk dört yıllık yol arkadaşımla. Yaşlanmaya yüz tutmuş. Yalnız değildim anlayacağınız. Turuncu'ya hak verdim o gün. Beden, hayat yolunda çok güzel bir arkadaştı. Ölürken ayrılık yaşayacağımız ilk sevdiğimizin bedenimiz olacağını da öğretmişti Turuncu'nun rüyası bana. Bir melek gelecek, ruhumuzla bedenimizi ayıracak. Sonra...

Sonra kısa bir ayrılık dönemi olacak. Ruh berzah âleminde hayatına devam ederken beden çürüyecek. Çürüyüp toz olmuş kemiklere kim hayat verebilir ki? "Onları yoktan var eden yeniden hayat (da) verir, çünkü O, her tür yaratma eyleminin bilgisine sahiptir." (Yasin, 79)

Yaratıcı'nın çürüyüp toz olmuş bedenimizi yeniden yaratıp onu bize yeniden yol arkadaşı kılacağına dair bu vaadine mutlak inanarak yürüyordum, caddede. Yaşlanmaya yüz tutmuş bedenime baktım göz ucuyla. Ölünce kısa süreliğine ayrılsak da sonsuza dek birlikte olacağımız hakikati içimi sevinçle doldurmuştu. Derken onu gördüm. Gülümsüyordu. Yüzü her zamanki gibi huzur doluydu.

Mustafa Ulusoy

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş