3.100 Görüntüleme MAKALE 0 Yorum

Hayatta sizi ne heyecanlandırır?

Hayat, bir heyecan yumağıdır. Bırakın hayatın içinde yaşadıklarımızı, hayatın bizatihî kendisi bile başlı başına bir heyecandır. Hayat, her daim bir şeyler der. Çıplaktır, gerçektir, göz önündedir her şey. Hayat, görene değer de geçer.

Hayat, Allah’ın en büyük bir mucizesi. “Hayat sebebiyle karınca küreden büyük olur.” Neden? Çünkü kürede, yani dünyada olmayan ne varsa hayatta vardır. Hayat, bir şeyi her şey yapar. Hatta o kadar ki, cansız bir cisim olan dünya, hayat sebebiyle kıymettar olur.

Kimini konuşturur, kimine çiçekler açtırır, kimine bir çift kanat verip havada uçurur, kimini yerde yürütür, kimini süründürür. Hayat, göreni, seyredeni heyecanlandırır. Hâsılı, hayatta hayret mevzuu olmayacak hiçbir şey yoktur.

Eski evimizin bahçesine bakan küçük pencereyi her açışımda, içimi ferahlatan bir şeyler bulurum. Güz sabahlarında bile yemyeşil otların arasında pek acelesi olmayan kelebeklerin dolaştığını gördüğümde, onlar değil, ben uçmaya başlarım sanki. Takılırım bir kelebeğin ardına, dalar giderim.

Bu bahçelerde bir zamanlar onları yakalamak için ne uğraşlar vermiştim. Ceketlerimizi ters yüz edip koşuşturduğumuzu hatırlarım tek tek. Baharın, insanın içini ısıtan serin sabahları ve dallarda henüz belirmeye başlayan ilk meyveleri, müthiş heyecanlandırırdı beni. Bıkmadan, usanmadan her sabah biteviye ziyaretine giderdim. Erikler ne zaman olacak, dutlar ne zaman olgunlaşacak, heyecanla beklerdim, sabahları zor ederdim. Bahçenin bir köşesinde yazın geldiğini mısırların büyümesiyle anlardım. Santim santim büyüyüşünü seyretmek, önce dizlerime, sonra belime gelmesi ve boyumu geçmesi heyecanlandırırdı beni... Sonra hiç ummadığım bir yerden, iki yaprağın ortasından mısır koçanının belirmesi… Mısırın yapraklarının yemyeşil rengi ve uzayıp giden boyu bosu zaten başlı başına bir heyecan konusu. Ve olgunlaşan bitkiyi ‘garç’ diye yerinden koparmak… O ses, Allah’ım kulağıma ne hoş gelirdi….

“Hayatta sizi ne heyecanlandırır?” diye sorun bakalım birine. Aldığınız cevapları da bir kenara yazmayı unutmayın. Bu soruyu bu sabah ben de sordum kendime. Bu yazı, çocukluğumdan bugüne kadar yaşadığım bütün o masum heyecanları bir hatırlama ibadetidir. Ya da siz nasıl kabul ederseniz, öyle olsun…

Sonra mısır koçanının gömleklerini saymak... Yemyeşil yaprakların içe doğru gitgide rengi de değişir. Açık bir yeşile dönüşür. Neredeyse beyaza ramak kalmıştır. Püsküllerin bulunduğu bölgeye geldiğimizde, asla sakin olamam. Neden mi? Onu kelimelerle pek anlatamam. Püskülden bir parça alıp, bıyık yapardık. O süt mısırın kokusu burun deliklerimden hafızama doğru yayılır giderdi. Çiğ çiğ yememek için kendimi zor tutardım.

Mısırı soymak da, tanelerini saymak ve seyretmek de beni heyecanlandırır. İç içe geçmiş onca güzellikler arasında adeta bizim için saklanan o inci gibi dizilmiş taneleri görür de nasıl heyecanlanmaz insan? Sorular sormadan nasıl durur? Kim, neden bunları böyle dizmiş? Sormadan edemezdik. Kudret bir, fiil bir, yapan bir, Allah bir. Yemyeşil bir sapın ortasından, diş gibi, içi süt dolu inciler çıkaran kim ise, ağzımızdan da süt dişlerini çıkaran O’dur. Hem de etin içinden kemik çıkarıyor.

Mısırın sümbüllerinin içinden, yapraklarının arasından insana bu güzel meyveyi, bu sanatlı hediyeyi en harika bir şekilde dizip gönderen, Allah’tan başka kim olabilir? Başkası olamaz. Mevsim mevsim hiç şaşmadan gönderilen her nimet heyecanlandırır insanı.

Özel bir hediye paketinin ambalajını açarken duyduğumuz heyecan, mısırın yapraklarını açarken duyduğumuz heyecanın yanında bir hiçtir.

Beni gören, beni seven, beni düşünen bir Rabbin hediyesidir her nimet. Ondan bilirim, ondan kabul ederim. ‘Mısır’… Söylenişi de güzel bir kelime. Eminim, onu her dilde ifade eden kelime de, en az bizim dilimizdeki kadar güzeldir. Güzelleri ifade eden kelimeler de güzeldir. Çünkü nimet güzeldir, hayat güzeldir. Hayatı veren ya da yaratan güzeldir.

Hayat insanı heyecanlandırır. Heyecanını yitirmiş bir insan, taça atılmış top gibidir. Ya da hayatın dışındadır o insan. Heyecan, kendine getirir insanı, hayata sokar ve yeniden başlatır, yeni baştan yaşatır hayatı.

Serçe parmağımızın yarısı kadar, incecik bir sapta bembeyaz bir gülü açtıran, içine kokusunu da katmayı unutmayan, bu harika işleri yapan kimdir? Sormaz mı insan, heyecanlanmaz mı hiç? Çiçeğe bakıp, gülü görüp, o gül gibi yüzde Allah’ın cemâlini, gülümsediğini görmemek heyecanı öldürür, hayatı söndürür. Bir gülün açılışını seyretmek, hayatı güldürür. Rabbimiz gül gibi bir yüzle, güllerle güldürür bizi, mütemadiyen heyecanlandırır.

Mısırın pişirilmesini, yenilmesini hiç anlatmayacağım. Onlar ayrı bir heyecan konusu. Yere düşen taneleri toplamak için, sağa sola yalpalayıp, sekerek gelen güvercinler ve serçeler, onlar da ayrı bir heyecan konusu. Onu da anlatmayacağım. Müşterek hareket eden kurnaz kazların çitin içindeki mısırları gagalarıyla bir yerinden bizzat şahit olduğum aşırmaya çalışmalarının öyküsünü de anlatmayacağım. O da başka bir zaman. Geride kalan nimetin en küçük kırıntılarını kusursuz bir kargo sistemiyle taşıyan karıncaları da geçiyorum, şimdilik tabi… Çünkü daha neler var sırada, saymakla bitmez. Meselâ nardan, incirden, elmadan, üzümden söz etmedim daha. Her biri ayrı bir heyecan konusu. Tavukların yumurtlaması, horozun sabah namazına kaldırışı, onları da başka bir vakit anlatırız inşallah. Hayat baştan sona bir heyecan yumağıdır. Hayat bu kadar göz önündeyken yine de perdelidir. Mucize arayana yok yok. Göz ile değil, kalp ile bakan bilecektir. Gözlerinin önündeki o tenteneli perdeyi aralamayanlar, hiçbir şey göremeyecektir.

Hayat, insanı heyecanlandırır. Hayata hizmet eden her şey de öyle. Kusursuz bir yüzün güzelliği, bir çocuğun sesi, gülümsemesi heyecanlandırır bizi.

Gülleri, gözlerimi kapamadan koklayamaz oldum artık. Başka türlü yapamam. Bir gülle karşılaştığımda heyecanım had safhadadır. Hele beyaz güllere hiç dayanamam. Sarıya, kırmızıya, pembeye de öyle. Ne kaldı geriye?

Yaratılanları seven, onları yaratanı da sever. Hayat bir heyecan yumağıdır. Merakını, hayretini sağa sola dağıtmadıktan sonra, insanı heyecanlandırmayacak hiçbir şey yoktur hayatta.

Bir kedinin yavrularını emzirmesi meselâ, ya da eğilmiş evlâdını seven, öpen bir yandan da giydirmeye çalışan bir annenin hâli… Erkencikten yavrucukları hazırlayıp, onları okula gönderen, ardından da sevgi ve şefkat dolu kalbini gönderen bir annenin hangi davranışı heyecanlandırmaz? Daldaki çiçek, gökteki bulut, uğuldayarak esen rüzgâr, baharın habercisi papatyalar, menekşeler, laleler, zambaklar, nilüferler, şırıl şırıl akan yağmurlar ve yüzümüzü seyrettiğimiz durgun, dalgın sular, aksimize bakıp tekrar tekrar seyrettiğimiz o dalgın sular heyecanlandırır. Her şeyi Allah’tan bilenin heyecanı bitmez, kesilmez ve eksilmez. Nefes nefese yaşar hayatı. Ve der: “Severim her güzeli, Senden eserdir diyerek…” Diyemeyen derdine yansın.

Güzel sorular ve güzel cevaplar da heyecanlandırır beni. Bazen kendimi alamam, çığlıklar atarım “Allaaaah!” diye. Necip Fâzıl Kısakürek’in, “Bahçemde Yusufçuk adlı kuş / Öter hep; Necipçik, Necipçik! / Bir iğne, kalbime sokulmuş, / Başımda küt diye bir dipçik” dediği gibi, o kuş cinsi de heyecanlandırır. Sene de bir iki defa yolu bizim bahçelere de uğrar.

Bazen bu kadar güzellikleri küçücük bir gözle nasıl gördüğüme de hayret ederim. Göremeyeceğim bir gün gelecek diye endişe ederim. Hafiften kapatır, sonra yavaş yavaş aralar, son bir defaymış gibi seyrederim beni heyecanlandıran bu güzellikleri. Ya bir daha göremezsem diye korkarım. Görmek de, işitmek de, hissetmek de hepsi ayrı birer heyecan konusu. Nasıl oluyor bütün bunlar? Bu soruyu sormak bile heyecanlandırır. Cevabın doğrusunu Kur’ân’da, Allah’ta bulmak da heyecanlandırır. Hadi, şunu da söyleyeyim, meselâ şu yazıyı yazarken bilgisayarın tuşlarından çıkan sesler de heyecanlandırır.

Hayat bir heyecan yumağıdır.

Heyecansız hiçbir şey yoktur hayatta ve olamaz, yapılamaz. Hayat başlı başına bir mucizedir. Hayat insanı heyecanlandırır. Dalgalı deniz, kimi coşturmaz ki? Eski bir yapı meselâ, nerelere alıp götürmez ki insanı? Hele de binlerce yıllık bir ev, Allah’ın evi meselâ, Kâbe-i Muazzama nasıl da heyecanlandırır. En yüksek katından arılar gibi dönenleri, tavaf edenleri seyretmek, mest eder, hayran eder, heyecanlandırır insanı.

Hayat gibi, ölüm de heyecanlandırır. Yaşatıldığı ve izin verildiği sürece eline ne geçerse geçsin, gözüne ne ilişirse ilişsin, kulağına ne gelirse gelsin insanın, hayatta her şey bir heyecan konusudur. Allah (cc), Azîz olan Allah, bu kıymetli ve şerefli misafirine sunduğu her nimetle heyecanlandırır onu, en güzel şekilde ağırlar, bu dünyadan öyle uğurlar.

Evet, mü’minlerden yükselen duâlar da heyecanlandırır insanı. Hele şu bayram sabahları getirilen tekbirler, heyecanımızı doruklara taşır. Hayat bir heyecan yumağıdır. Hayat insanı heyecanlandırır, kanatlandırır. Nasıl bir güzelliktir, nasıl bir uyumdur bu? Her şey bin bir heyecan konusu.

Ve bir gün Allah’ın cennetten cemâlini görmek vaadi, ümidi mü’minin yüreğini heyecanın en hasıyla doldurur. Kalpler niçin yaratıldığını o an anlar, sevgiler niçin var olduğunu o zaman anlar. Kendini sevenin ve yaratanın bir gün cemâlini ve güzelliğini görecek olmanın verdiği heyecan, her türlü mihnet ve meşakkatine rağmen, hayatı katlanmaya ve yaşanmaya değer kılar.

Hayat güzeldir, çünkü hayatı veren güzeldir. Hayat insanı bunun için heyecanlandırır. Beni, sayamayacağım daha pek çok şey heyecanlandırır. Sizleri, bilmem ne heyecanlandırır? Salât-u selâm getirmek mi meselâ? Bir dost yüzü görmek mi? Hz. Peygamber (asm)’ın kabrinde ziyaret mi? Yeşil Kubbe’nin hizasında durup, dalıp gitmek mi? Sahabeleri düşünmek mi? Boynu bükük, gözü yaşlı, mırıl mırıl duâlar eden bir mü’mini seyretmek mi meselâ? Bir kuş gibi hafifleyip, içleri dışları ak pak olmuş, o mukaddes vazifeden dönen o mübarek yüzlerdeki güzelliği seyretmek mi meselâ?

Sayın, yazın bir kenara sizi heyecanlandıran şeyleri. Ve her birine ayrı ayrı şükürler edin. Sonra o şükürler için de ayrıca şükürler edin. Verdiği ve serdiği bütün güzellikleri için, Rabbimizin şükrüne şükürler edin. Kalbinizi, dilinizi bir kımıldatın bakalım, yüreğinizdeki hazineleri bir dökün bakalım. Sizi nelerin heyecanlandırdığını kendinize de bir sorun bakalım… Hayat neymiş, o zaman anlarsınız.

Efendim, Kurban Bayramınız mübarek olsun derim. Rabbimden her birimize heyecanını yitirmemiş bir hayat dilerim. Salât, selâm ve duâlar ile…

Selim Gündüzalp

Yeni Asya Gazetesi

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş