2.454 Görüntüleme MAKALE 0 Yorum

Sahil

( Hepimiz bu yazıda ki Duysal Bey karakterindeyiz!)

Güneşin battığı, gökyüzünün karardığı, sokaklarda yoğun bir insan trafiğinin yaşandığı sıradan bir gündü. Bu günü farklı kılansa Anneler günü olmasıydı.

Üç gün önce anlaşmışlardı Deniz Hanım ve eşi Duysal Bey. Deniz Hanım donanımlı, muhteşem bir yemek hazırlayacak ve her ikisi de Annelerini davet edip “Anneler günü” vesilesiyle onların gönüllerini hoş edeceklerdi.

Akşam olmuş, anneler gelmişti. Deniz hanım da özene bezene hazırladığı yemeklerle kurmuştu sofrayı. Hep beraber yemeğe başladırlar. Sofraya kolayı getirmeyi unutmuşlardı. Duysal Bey eşine hafif tebessümle dolaptan kolayı almasını istedi. Deniz Hanım ise kendisinin mutfağa daha yakın olduğunu, onun getirmesini söyledi. İkisi de bu işi birbirinden bekliyordu. O sırada Duysal Beyin annesi Damla Hanım kalktı. Bu iş Duysal Beyin epey ağırına gitmişti. Kola gelmesine rağmen aralarında ki tartışma hararetle ve yüksek ses tonuyla devam ediyordu. Duysal Bey dayanamayıp Deniz Hanıma bir şamar attı. O da karşılık vermek isterken, üzerine doğru gelen tokatlar ve hakaretler devam ediyordu. Derken ev birbirine girmişti. Deniz Hanımın feryatlarıyla ve Annelerin ayırmasıyla Duysal Bey sakinleşebildi. Sinirlerine hâkim olmak için evden ayrıldı. Arkadaşı Vicdan Efendi ve Akıl Efendiyi arayarak Mogan Gölü kenarında ki lokantada buluşmaya karar verdiler. Lokantada buluştular, fakat tek bir kişinin oturduğu masanın dışında boş masa yoktu, hepsi doluydu. Müsaade isteyip tek kişinin bulunduğu masaya oturdular. Biraz sessizliğin ardından tanışma faslı başlamıştı. İsminin Nefis Efendi olduğunu söyleyen bu kişi ile kısa sürede kaynaşmışlardı da… Nefis Efendi çok orijinal espriler yapıyordu. Akıl Efendinin bir şey dikkatini çekti. Herkes gülmesine, neşeli olmasına rağmen Duysal Bey mutsuz gözüküyordu. Mutsuzluğunun sebebini sordu Vicdan Efendi. İlkin herhangi bir probleminin olmadığını dile getirdiyse de lisan-ı halinden bir probleminin olduğu anlaşılıyordu. Arkadaşlarının ısrarı üzerine Duysal Bey mutsuzluğunun sebebinin evde yaşadığı tartışmadan kaynaklandığını söyledi ve ayrıntıları anlatmaya başladı. Mutsuzluluğunun sebebinin de bu olduğunu ve pişmanlığının bir türlü dinmediğini söylüyordu. O sırada Nefis Efendi söze başlamak istedi. Duysal Bey ile Nefis Efendi aralarında şöyle bir diyalog başladı:

― Bak Duysal Bey! Henüz yeni tanıştık sizlerle. Fazla yorum yapmak istemiyorum. Zira yaptıklarının hepsini yerinde yapılan birer davranış olarak görüyorum. Hem sen erkeksin. Senin işin ayrıdır Deniz Hanımın işi ayrıdır. Senin işin evi geçindirmektir. Neden sofrayı kurmada eşine sen yardım edesin ki? O senin yerine işte çalışıyor mu? Evi geçindirmekte sana muavin oluyor mu? Bence sen pişmanlığından vazgeç! Bırak Eşin pişman olsun!

İlkin Nefis Efendilerin söyledikleri Duysal Beyin hoşuna gitmişti. Bir an düşündü. Nefis Efendiyle yeni tanıştıkları için tarafsızca yorum yaptığına inanıyordu. Bir nebze de olsa gerginleşen yüz hatları yumuşamaya başladı. Tam o sırada Akıl Efendi lafa başladı:

― Bak Duysal Bey. Bu Nefis Efendinin söyledikleri hiç de kafama yatmadı. Eşin ‘evi geçindirmekte sana muavin oluyor mu?’ sözü çok saçma geldi bana. Hem mantıklıca düşündüğümüzde Deniz Hanım o kadar emek harcayıp yemeği sadece kendisine yapmıyor ki! Kendisi için evi derleyip toparlamıyor ki! Hani hayat müşterekti?

Tam o sırada bir diğer dostu Vicdan Efendi konuşmaya başladı:

― Ben de sizleri şaşkınlıkla dinliyorum. Akıl Efendinin dediklerine de tamı tamına katılıyorum. Eğer her ikinizde annelerinizi davet ettiyseniz, her ikinizde onlara eşit şekilde hizmet etmeniz gerekiyordu. Hem sen o sırada sinirlerine hâkim olmalıydın. Cenab-ı hak buyuruyor ki; “kim zerre kadar iyilik yaparsa onun mükâfatını görür, kim zerre kadar bir kötülük yaparsa onun cezasını görür”1. Yani Deniz Hanıma yaptığın bu işkencenin karşılığını elbette ki göreceksin. Biliyorum her ne kadar Nefis Efendi söyledikleriyle seni biraz rahatlattıysa da bence asıl zararda olan sen oldun! Bir an evvel eve gitmeli olanlar için özür dileyerek tekrar mutlu bir ortam oluşturmalısın.

Nefis Efendi can kulağıyla olanları dinliyordu. İçinden bir “of” geçirdi. “sizde kimsiniz, neden işime karışıyorsunuz? Ne güzel aldatıyordum. Benim istediğim olmalı. Kesin onu kandırmalıyım. Ne yapıp etmeli seni aldatmalıyım Duysal Bey.”

Tekrardan söze başladı Nefis Efendi:

― Bak Duysal Bey! Sen gel kardeşini dinle, benden sana zarar gelmez. Hem seni yeni tanıyan biri neden senin kötülüğünü istesin ki? Maksadım derdinize bir nebze de olsa derman olmaktı. Öteki arkadaşların söyledikleriyle eşinin benliğini kabartırsın. Boş ver olan olmuş! Sana bir tavsiyem olacak. Bence sen 1 hafta eve uğrama, arkadaşlarında kal, bak o zaman eşin nasıl seni arayıp pişmanlığını dile getirecek görürsün. Hem o zaman kimin haklı olduğunu da anlarsın.

Duysal Bey cevap verir:

― Olmaz Nefis Efendi. Bu aşamada kendi başıma karar almam pek de sağlıklı ol(a)maz. Arkadaşım Akıl Efendiye danışmam lazım. Akıl Efendi sen ne düşünüyorsun bu konuda?

― Efendim başımız üstünde yerin var ama bence bu Nefis Efendi seni aldatmaya çalışıyor. Hem o kadar küçük bir mesele için eşinle olan münasebeti germeye değer mi yahu! Bence Nefis Efendinin bunda bir menfaati vardır muhakkak. Eğer sana bir menfaati dokunmayacaksa neden bu kadar ısrar ediyor ki?

Vicdan Efendi söz istedi:

― Akıl Efendiye katılıyorum. Menfaati olamayan bir iş için bu kadar ısrar edilmez. Hem seni aldatıp, Günahkârlar Topluluğuna iltihak ettirmek istiyor. Bence gel buradan gidelim. Nefis Efendiden uzaklaşmaya çalışalım!

Akıl Efendi, Nefis Efendi, Vicdan Efendi ve Duysal Bey arasındaki münazara devam ediyordu ki yanlarına beyaz tenli, nur yüzlü biri yaklaştı.

Adı Hizmetkâr olan bu adam ile Duysal Bey arasında şöyle bir diyalog geçer.

― “Sende kimsin?

― Ben hizmetkârım, tıpkı senin gibi

― İyi de ben hizmetkâr falan değilim?

― Düşünmeden karar verme. Aslında herkes hizmetkâr değil mi? Herkes birilerine hizmet etmiyor mu?”2 Yaşadığın sıradan bir günü düşün, hatta anneler gününü. Eşin size hizmet edip onca yemeği hazırlamamış mıydı?

― Doğru söylüyorsun da bizi nerden buldun, bunları nerden biliyorsun?

― Herkes birilerine hizmet ediyor dedik ya! Her şeyi bilmek zorunda da değilsin. Hizmetkârların bir özelliği bu, nerede ne olduğunu Cenab-ı Hak ilham olarak verir onlara. Belki yardımıma ihtiyacınız var diye gelmiştim?

― İyi etmişsin gelmişsin. O zaman ben ve diğer arkadaşlarım arasında geçen şu tartışmaya bir açıklık getir ve son noktayı koyalım.

Aralarında ki diyalog devam ediyordu. Hizmetkârın bir özelliği de, herkese görünmüyor olmasıydı. Yani Duysal Bey dışındaki diğer arkadaşları onu göremiyordu. Hizmetkâr, ikna edici metodlarla Duysal Beyi ikna etmeye çalışmaya devam ediyordu:

―Bak Duysal Efendi. Yaşın olmuş 35. Bunca yıl kimseye zararın dokunmadı, kimsenin canını acıtmadın, her zaman hak ve hakikatin yandaşı oldun. Hem bak Vicdan Efendi gibi bir de arkadaşın var. Nefis Efendiye uyup asıl zararda olan kendin olduğunu, muhakkak ki bunun hesabının senden sorulacağını ve bunun için bir an evvel geri gidip mutlu bir ortam oluşturmanı sana o kadar güzel izah etti. Böyle bir arkadaşın olduğu için ve senin her zaman haramdan, kötülükten uzak durmanı; daima hak ve hakikatin yandaşı olmanı, öfkene yenilip hislerinle hareket etmemen gerektiğini anlatıp sana yardımcı olduğu için ne kadar şükretsen azdır. Ama anlaşılan mutmain değilsin. Onun için bende sana Nefis Efendinin hileleriyle ilgili Bediüzzaman Hazretlerine ait olan birkaç veciz söz söyleyeyim.

― “Nefis daima kötülüğe sevk eder”3

“Nefis ise şeytanı her vakit dinler”4

“Şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez”5

Bunlar seni tatmin etmek için kâfi olsa gerek.

― Allah senden razı olsun Hizmetkâr’ım. Gerçekten yaptıklarımdan dolayı artık pişmanım. Sizlerde şahit olunuz ki başta eşim olmak üzere hiçbir kimseye zerre kadar kötülüğüm dokunmayacak. Ben eve gider gitmez kendisinden özür dileyip, hakkını helal etmesini isteyeceğim. Fakat aklıma bir şey takıldı.

― Buyur sor Duysal Efendi.

― Her zaman bizi kötülüğe sevk edecek, daima şeytanı dinleyecek, kendi kusurunu görmeyecek olan bu zalim Nefis Efendiyi nasıl yola getirebiliriz?

― Bak Duysal Efendi, her şeyin bir usulü ve adabı var. Nefis Efendiyi yola getirmek için, Ramazan çölündeki Oruç Dağına 30 günlüğüne sürgüne gönderilmesi lazım. Bunun dışında başka hiçbir yolu yok.

― Ama Efendim. Nefis Efendiyi Oruç Dağına Sürgüne gönderme yetkim yok? Henüz yeni tanıştım kendisiyle!

― Nefis Efendiye;“Eğer 30 gün Ramazan Çölündeki Oruç Dağında aç ve susuz kalabilirsen seninle olan arkadaşlığım devam ettirmekle beraber, senin teklif edeceğin her şeyi de kabul edeceğim” diye teklif et. Tahminimce kabul edecektir.

― Artık asıl pişmanlığı Nefis Efendi gibi biri ile tanışmamdır. Keşke karşılaşmasaydık kendisi ile! Ben bir an evvel onu ramazan çölüne götürüp onu ıslah etmem lazım.

― Hadi sana kolay gelsin Duysal Efendi.

― Sağ olasın Hizmetkârım.

Duysal Bey Hizmetkârın söylediklerini Nefis Efendiye teklif eder.

― “Ben de sizi çok sevdiğim için sizle olan arkadaşlığımın devam etmesini isterim açıkçası. Onun için eğer sen de benimle gelirsen bu teklifini kabul ederim.” cevabını alır.

En son Duysal Efendi ile Nefis Efendi Oruç Dağına 30 günlüğüne giderler.

30 Gün Sonra

Nefis Efendinin ıslah olması için fedakârlıkta bulunan Duysal Bey de, 30 gün Oruç Dağında kaldıktan sonra geri dönerler. Onca zamanın ardında “eşime attığım şamar dahi bende ki Nefis Efendinin yönlendirilmesiyle oldu. Ama bu yaşadıklarım artık benim için birer ibretlik derstir. Artık kötülüğe sevk eden Nefis ile değil, Akıl ile düşünerek, Vicdanımın da tasdikiyle hareket edeceğim” düşüncesi belirir Duysal Beyde. Ve eve geldiğinde yaptığı ilk iş hanımından hakkını helal etmesini, bir daha kesinlikle kendisine hiçbir zararı dokunmayacağını ve artık ev işlerinde de kendisine yardım edeceğinin sözünü vermesi olur.

Dipnotlar

1- Zilzal Süresi 7,8.ayet

2- Hizmetkâr kim? s.19

3- 28. Lem’a s.274

4- 14.Lem’a s.78

5- 13.Lem’a s.91

Özkan ERDEM

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş