3.410 Görüntüleme MAKALE 0 Yorum

Erkek çocuk beklerken kız doğurduğunu görüp bir süre süt vermekten bile kaçınan bir anne.

Soğuk, katı, sert, ilgisiz. Deli gibi spora ve cemiyet hayatına düşkün bir baba. Doğar doğmaz onu ecnebi bakıcılara teslim ediyorlar. İlk bakıcısı Schwester Katie, "Yaramazlık yaparsan giderim, bir daha gelmem" diye tehditler savuruyor, karanlıkta yalnız bırakıyor. Kaybetme, terk edilme korkusuyla minicik yüreği delik deşik oluyor. Ailede şefkat gösterip onunla ilgilenen tek insan anneannesi.

İyice içine gömülen küçük Ayşe okula başlıyor. Okulda lakabı "Aptal Ayşe" oluyor. Çocuklar koro halinde lakabını yüzüne vuruyorlar. Ayşe Şasa'nın yeni kitabını okurken (Bir Ruh Macerası/Ayşe Şasa. 2009) altını çizdiğim cümleler kalbimi çiziyor. Nasıl dayandınız bunlara sevgili Ayşe Şasa? Yoksa bir melek mi koruyordu sizi? Kalbinizin gözyaşlarını silen. Her bir gözyaşı damlasını cennete götürmek için altın bir kâseye koyan başka bir melek daha mı vardı yoksa? N'olur söyleyin.

9 yaşlarında Çiftehavuzlar'daki evlerinin sokağı çok sakindir. Tek tük birileri, seyyar satıcılar geçer. Beyaz önlüklü, arabasıyla koz helva satan bir helvacının yolunu gözler hep. Bu helvacıyı zihnimizin bir kenarına nakşedelim.

Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nde yatılı okumaya başlıyor, başarılı bir öğrenci olup çıkıyor. Başarısızlığı kadar başarısı da kimsenin umurunda değil. "O refahın, zenginliğin her katresi hücrelerimden kan ve ter olarak çıkmaya başlıyor." diyor. Hep "Bu dağı aşsam, ötesinde çok başka ve daha güzel bir hayat, güzel insanlar, heyecan verici olaylar vardır" diye düşler kuruyor. Dağı aşacak. Sıra sıra koca dağları. Lisede nihilist bir dünyaya kayıyor. Mezun olacağı yıl "Yaşadığımız Odalar" isminde bir oyun yazıyor, sahneleniyor. Aynı yıl Kemal Tahir'le tanışıyor. Depresyon atakları geçiriyor. Psikiyatri ile macerası başlıyor. İlk evliliğini yapıyor. Boşanıyor. Atıf Yılmaz'la evleniyor.

Şimdi 16 yaşına dönelim. Şişli'de La Paix Psikiyatri Hastanesi'nin önünden geçerken "Hakikate vasıl olmama vesile olacaksa, yolumun bu hastaneden geçmesine razıyım" diyor içinden, niyet tutar gibi. 'Hakikat' kelimesine aşırı bir ilgisi, abartılı bir merakı var. 30 yaşında geçirdiği ağır bir psikotik depresyon nedeniyle bu hastaneye yatırılıyor. Hakikate olan aşkını ispatlıyor.

Hastaneden çıkıyor. Atıf Yıl-maz'dan ayrılıyor. Babasının hastalığı nedeniyle anne babasıyla birlikte Paris'e gidiyorlar. Babası kızına ilgisizliğinin pişmanlığıyla yanıyor, üç yıl sonra ölüyor. Ayşe Şasa iyice donuklaşıyor. Londra'daki psikiyatristine götürülüyor. Yoğun hezeyan ve halüsinasyonlar dönemine giriyor.

Londra'dan dönüyor. Hayatına giren Bülent Oran onu hiç yalnız bırakmıyor. İlgilenip sahip çıkıyor. Evleniyorlar. Bu arada ağır bir kriz daha geçiriyor. Şuuru mum gibi sönüyor, mekân duygusunu yitiriyor. Annesi onu alıp yeniden Londra'ya götürüyor. Sonra...

Sonra, Londra'da yüzyıllar öncesinden bir yardım eli uzanıyor. İbni Arabi'nin İngilizce basılmış Füsusu'l Hikem'ini alıyor. Epey zaman kitap öylece duruyor. 1981 veya 82 yılında okumaya başlıyor. Füsus'la şereflenişini tamamen İlahi bir şerefleniş olarak değerlendiriyor. Şimdi sıkı duralım ve mızmızlıklarımız için mahcup olalım: "Geçirdiğim hastalığın tam anlamıyla kahırdaki lütuf olduğunu anladım". Füsus'la elde ettiğini bin terapi seansı ona verebilir miydi? Sanmam. İslami çevre ile tanışıyor. İsmet Özel'in "Waldo Sen Neden Burada Değilsin" kitabından çok etkileniyor, tanışıyorlar. Sonra Mustafa Kutlu ile. Namaz kılmaya başlıyor, örtünüyor.

Kendine mürşid-i kâmil ediniyor. Yedi yıl onun sohbetlerine devam ediyor. Gençliğinde el arabasıyla koz helva satan kişidir bu mürşid-i kâmil! Yıllarca birbirlerinin yollarını gözlemişlerdir.

Benim açımdansa esas mucize şu: "...hayatımdaki belli çilelerin zahirdeki müsebbibi gibi gözüken ebeveynime ve diğer kişilere karşı içimde en ufak bir şikâyet kalmamış olduğunu memnuniyetle müşahede ediyorum. Kadere rıza duygusu; sabrı, tevekkülü, bir başka boyutta zenginleşmeyi getiriyor. Söz konusu kişilerden göçmüş olanlara daima rahmet, hayatta bulunanlara da selamet dilemekteyim."

Sizinle hiç yüz yüze görüşmedik Ayşe Hanım. Ne zaman istesem ziyaretimi kabul edeceğinizi biliyordum. Bir yanım sizi hep ziyaret etmek istedi, bir yanımsa durdurdu. Fakat artık sizi ziyarete gelebilirim. Çünkü şimdi terapist yanımı dışarıda bırakıp sadece Mustafa olarak kapınızı çalabileceğim. Bir fincan Türk kahvenizi içmek için. Az şekerli...

Mustafa Ulusoy

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş