Yolsuzluk 'Haram yoldan zenginlik'

11.161 Görüntüleme Düşündüren Hikayeler, Yaşanmış Hikayeler 2 Yorum

Talip efendi, bir tıp fakültesi hastanesinde uzun yıllardan beri çalışıyordu. Canına tak etmişti gurbette çalışma. Memleketine, oradaki tıp fakültesine gitmeye karar verdi. Dilekçesini bugünden tezi yok yazmalıydı. Hizmetli kulübesine gitti. Bir hastadan aşırdığı kalemi aldı. Muhasebeden alıp kullanmak için orada bulundurduğu bir kâğıda dilekçesini karaladı, altına imza attı. Kalemi bir kenara fırlatarak hastane müdürünün odasına yöneldi.

Yolda giderken birkaç arkadaşına takıldı. Onlara el şakası bile yapmayı düşündü ama nedense bunu yapmaktan vazgeçti. Neşeliydi... Oradan ayrılması ve yeni yere tayini için bütün şartlar hazırdı.

Müdürün kapısını kendinden emin bir şekilde tıklattı. İçeriden kalın ve emir verici bir 'gel!' sesiyle içeriye girdi. Müdür onu görünce tebessüm etti. O da müdürün karşısında olduğundan daha ciddi ve iş bilir bir görünüm aldı. Elindeki dilekçeyi müdürün parlak, geniş masasına bırakırken, 'tayinimi istiyorum', diye yavaş bir sesle rahatsız edişinin sebebini açıkladı.

Müdür, 'İyiydik Talip Efendi!' dedi öylesine. Bu o kadar belliydi ki yüzünde hiçbir ifade belirmemişti müdürün. Talip'in ne kadar menfaatçi biri olduğunu bilmekteydi. Başka personelden gelen şikâyet dilekçeleri bunun ispatıydı.

'Müdürüm memlekete gideyim, burada çoluk çocuk geçinemiyoruz' dedi Talip.

Müdür, 'Peki hemen işleme alacağım dilekçeni' dedi ve üzerine bir havale yazısı yazarak kaleme gönderdi dilekçeyi. Tayin işlemleri böylece başlamıştı.

Talip, zengin olma fikrini kafasından bir türlü atamıyordu. Bu dünyada çalışarak zengin olmak pek zordu, bundan dolayı zengin olmanın kolay bir yolunu bulmalıydı. Kahrolası oynadığı totolar, lotolar ve diğer şans oyunları hiçbiri para getirmemişti bu güne kadar. Dilekçeyi verdikten sonra hırsızlık planları kurmaya başladı.

Beyin cerrahisi bölümündeki en pahalı bir aletin pazarlamasını yapıp geliriyle memlekette daha iyi yaşama şansını elde etmeyi düşündü. Hayallerini gerçekleştirebilir miydi? Tayini çıktığından dolayı kimse ondan şüphelenmeyecek, gittikten sonra da mesele kapanıp gidecekti.

Akşam yemeğinde bu düşüncelerle karısıyla ve çocuklarıyla hiç konuşmamış, yemekten sonra yatak odasına çekilmişti. Giderken karısına, 'Tayinimiz çıkıyor evdeki eşyaları toplamaya başla!', diye bir emir vermeyi ihmal etmedi.

Kadın sevinmişti bu duruma, fakat kocasının kafasında bir kurdun dolaştığını hissetmesine rağmen hiçbir şey dememişti. Her zaman böyle burnundan solumaya başladığında susar, onu kızdırmaya çalışırdı; bugün de aynı şey yaptı.

Ertesi gün elini yüzünü yıkadıktan sonra evdekilerle vedalaşmadan ayrıldı. Hastaneye varınca önlüğünü giydi. Gereken işleri yapmaya başladı, fakat aklında hep tasarladığı şeyi nasıl yapabileceği vardı. Arkadaşları, 'Talip oğlum, yüzünden düşen bin parça, ne bu Allah aşkına? Tayinim çıkacak diye adam sevinir, sen ise, üzülüyor gibisin. Hadi çaylar hazır, birer bardak içelim de kurtulalım şu kasvetten.' demişlerdi.

Talip bu sözlerden sonra kendine geldi. Küçük odanın bir köşesinde alüminyum çaydanlıkta kaynayan çaydan bardaklara çayları bir taraftan koyuyor, diğer taraftan da planlarını tazeliyordu. Çayların dumanı kâbuslu havayı biraz olsun dağıtmıştı. Gülüşmeler, şakalaşmalar sarmıştı odayı. Hallerinden şikâyet ediyordu hepsi. Böyle sıkıntılı bir ortamda çalışmak zordu, ama yine kendilerine göre onlar fedakârlık edip çalışıyorlardı. Başka bir şanslarının olup olmadığını düşünmeden yapılan bu konuşmalar yakınmalardan öte gitmiyordu. Orada çalışmaktan başka çareleri de yoktu onların ama yaşama standardı yüksek insanları kıskanma, onları daha hırslı hale getirmişti. Kendilerinden daha aşağıda olanlara hiç bakmıyor, kendinden üstekilere haset ediyorlardı. Sahip olmak istediklerinin bir sınırı yoktu. Azına ve helaline bereket okuma gibi bir anlayışları da olmadığından, hep şikâyet ediyorlardı. Kendileriyle aynı statüde çalışan bir arkadaşları, onların bu durumlarını bilerek aralarına pek karışmazdı. İkinci çayları içerken de onun dedikodusunu yaptılar. İsteksiz bir çalışma başlamıştı her günkü gibi. Talip o gün nöbetçi kalacaktı hastanede. Bir özel yerle yaptığı anlaşmayı o akşam gerçekleştirecek; o kıymetli aleti planlayıp, görüştüğü gibi hastaneden çıkaracaktı. Saat gecenin üçünü gösteriyordu. Bütün hazırlıklar tamamdı. Hastaneden ve dışarıdan anlaştığı kişiler, bir hastayı dışarıya çıkarıyormuş gibi hazırlıklarını yapmışlardı. Onlar da kendilerine düşen payı alacaklardı. Aletin bulunduğu odaya girdiler. Binlerce kişinin vergisiyle alınan bu cihazlarda onların da hakkı vardı; ithal edilirken çok zorluklara katlanılmıştı. Bu cankurtaran aletler ne kadar iyi düşüncelerle oralara kadar gelmişti.

Talip, depodan getirdiği bir battaniyeyle cihazı iyice sarıp sarmaladı. Hasta arabasının üzerine beraberce tutup koydular. Yerine de başka bir yerden buldukları bozuk bir aleti bıraktılar. Bir kere gözünü para kazanma hırsı bürümüştü; insan canının ne kadar değerli olduğunu düşünecek durumu yoktu. Kendi menfaatinden başkasını düşünmüyordu. Ahirette hesap verme şuuru zaten yoktu onun. İnanç konularına birtakım hurafeler diye bakardı. Bu yüzden gününü gün etme, dünyayı, sadece dünyayı düşünürdü.

Ertesi gün o da hastaneden ayrılıp, birkaç gün içinde memleketine taşınacaktı. Zamanlama onun açısından çok mükemmeldi. Plan iyi yapılmış, başarıyla uygulanmıştı. Evde hazırlıklar daha önceden başlamıştı zaten. Şehirlerarası taşımacılık şirketi kapıya gelmiş, göreve başlamıştı bile. Talip’in içi içine sığmıyordu. Kazandığı parayla daha zengin olmanın yollarını bulacaktı. Şimdilik parayı bankaya yatıramazdı. Bankada parası olduğu öğrenilirse, cihazın onun tarafından çalındığı anlaşılabilirdi. Paranın faiziyle bile geçinse olurdu. Biricik kızı Feray’a iyi bir okul ve istikbal hazırlamalıydı. Kendisi de dünya nimetlerinden yararlanmayı ihmal etmemeliydi. Eşyalar taşınırken hep bunu düşünüyordu. Son defa arkadaşlarıyla oynayan üç yaşındaki kızına bakıyordu. Bir ara onun yukarıya su içmek için çıktığını gördü. Arkadaşlarına oradan sesleniyordu. Kız, onlardan ayrılmak istemiyordu. Fakat balkondan o kadar sarkmıştı ki dengesini koruyamadı. Bir çığlık duyuldu. Aşağıdaki babasının kucağını açıp onu tutmasını isteyen masum ve zavallı bir kızın feryadıydı bu.

Talip koştu ama yetişemedi. Küçük kız başının üzerine çakılmıştı. Annesi feryat ediyordu. Talip kızını kucakladı. Oradan geçen bir taksiyi durdurdu; 'çabuk hastaneye!' dedi. Evi yakın olduğundan hemen ulaşıvermişlerdi. Kızı hemen ameliyata aldılar, Talip’in çalıştığı hastanedeydiler. “Geçmiş olsun” diyenler vardı. Talip hiç kimseyi duyacak durumda değildi. Beyin cerrahi uzmanı Talip’in çaldığı aleti arıyordu. Hemşirelere, 'Buradaki cihaz nerede?' diye bağırıyordu.

'Bilmiyoruz!' diyorlardı hemşireler, şaşkın şaşkın. Akşam kendileri silip temizlemişlerdi; yerine yerleştirmişlerdi hâlbuki. Yerinden hiç hareket etmeyen bu cihaz nasıl kaybolurdu bir anda. Doktor, onu Talip’in çocuğu için kullanacak, beyindeki kanın pıhtılaşmasına engel olacaktı. Lakin yoktu ortalıkta. Sihirle başka bir tarafa mı taşımışlardı. Doktorun, "Çabuk bulun bu aleti, çabuk bulun!" sesi koridorda çınlıyordu. Talip ne yapacağını şaşırmıştı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Dili tutulmuştu sanki gece başka bir hastaneye yüksek ücret karşılığında sattığı cihaz aranıyordu. Boğazını tırmalar şekilde çıkan bir sesle: 'O cihazın yerini biliyorum. Cihazı akşam çalıp başka bir hastaneye satmıştım. Gidip size onu getireyim!' dedi.

Cihazı sattığı hastaneye gitmek üzere koşarak çıktı. Atladığı bir arabayla aleti bin bir zahmetle ve izinle getirebilmişti, ancak çocuğuna anında müdahale edilememişti. Çocuk sakat kalmış; konuşamaz, yürüyemez, kendini bilemez olmuştu. Talip, kendi eliyle çocuğunun hayatını perişan etmiş, kendi hatasını ciğerparesinin sakatlığıyla ödemişti. İki polis memuru, kelepçeyle kriz geçiren Talip’in ellerini birleştirmeye çalışırken, gözü yaşlı anne çocuğunun durumuna ağlıyor, hıçkırıklara boğuluyordu.

Talip, tutuklanarak polis memurlarının arasında cezaevine doğru yola çıkarılıyordu.

Beşer Zulmeder, Kader Adalet Eder!

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş