Eleştirilere açık olma ve eleştirel bakış açısı

3.128 Görüntüleme Hayatın İçinden 0 Yorum

Cehalet, zaruret, ihtilâf: üçlü çete. Toplumumuzun ilerleyememesinin dayandığı üçlü bir sacayağı. Bu üç düşmana karşı mücadeleyse sanat, marifet, ittifak silâhıyla yapılabilmekte. (1) lerleyebilmemiz zanaat, sevgi ve bilgi toplumu olmaktan geçmekte. Yani bilgiyle donatılmış, iletişim dili sevgi olan ve sanayisine kalkınmaya önem veren bir toplumun ancak ilerlemesinden söz edebiliriz.

Kâinatın var olma sebebi olan sevgi, hem bütün varlık âlemini bir atom gibi dengede tutan bağdır, hem kâinatın hayatıdır. Kâinatın en kapsamlı bir meyvesi olarak yaratıldığı için de tüm kâinatı kapsayabilecek bir sevgi kapasitesi insanın kalbine yerleştirilmiştir.

Kadının Rengi - Bizim Aile DergisiVar oluşun özünde, mayasında sevgi bulunduğuna; ilerlememizde önemli bir kıstas olduğuna göre öncelikle sevgi toplumu olmaya var gücümüzle çalışmalıyız. Demokratikleşme sürecine girmemizin yüzüncü yılını kutladığımız bu günlerde, aslında demokratikleşmenin sevgi toplumundan geçtiğini de unutmamalıyız. Peki, toplumun iki temel öğesinden biri olan, cins-i lâtif olarak yaratılan kadının bundaki rolü ne olacaktır?

Kadın dendiğinde farklı resimler çıkmaktadır karşımıza. Kâh kadın oluşundan bin pişman arabesk bir çehre, kâh eşitlik söylemleriyle başlayıp erkeği ezme politikaları güden amazon bir ruh, kâh yaratılıştan kendine verilen fıtrî halleri insanî bir çerçevede baskıcı değil, paylaşımcı bir şekilde yerine getirmeye çalışan bir bünye.

Peki, bunca değişik renkler sergileyen kadın, bu bağlamda nasıl kişilik özelliklerine sahip olmalıdır? Bunlardan bir ikisine hızlı bir bakış atalım.

 

Kendinle ve cinsiyetinle barışık olma

Kişi herkesten ve her şeyden önce kendini sever. Bu yapısal bir özelliktir. Belli bir dozaja kadar da gereklidir. Öz benliğine iyi bakması, ruhsal ve bedensel bütünlüğü için de gereklidir. Aslında ne bir erkek kadın, ne de bir kadın erkek olsa, şu anda bulunduğu halden daha iyi asla olmayacaktır. Çünkü İmam-ı Gazali’nin de, “İmkân dairesi içinde, şu andaki durumdan daha mükemmeli, daha üstünü, daha güzeli yoktur”(2)   dediği gibi, ne yaratılmışsa o varlık âlemindeki en güzel haldir. Biz varlık âleminin resmini bütün olarak göremediğimizden, bazen güzelliğin farkına varamayıp isyan edebiliyoruz.

Bütün insanlarla el ele verip dost olacağız. Hafız-ı Şirazî’nin zamanın yıllar öncesinden gelen sesine kulak verdiğimizde, “Dünya öyle bir meta değil ki, nizaa değmiyor”(3)   sözü kulaklarımızda çınlıyor. Dünya kendisi topyekûn üzerinde tartışılmaya değmezse, küçük meseleleri hiç tartışmaya değer mi ya.

Kadın erkek eşitliği gibi bazı algı yanılgıları yaşadığımız bir atmosferde, aslında bir insan olarak kişisel ilişkilerde eşit hukuka sahip olduğumuzu göz ardı ediyoruz. Yoksa değil erkek kadın arasında, bütün insanlar arasında bile mutlak eşitlikten bahsetmek anlamsızdır.

“Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım, tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı ictimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa sizi kabile kabile yarattım ki, yekdiğerinize karşı inkâr ile yabanî bakasınız husumet ve adavet edesiniz değildir”(4)  ayetinde de Allah’ın bizden istediği sevgi, yardımlaşma, farklılıkların ötekileştirmediği; yardımlaşma gücünü artırma eksenli bir sosyal yapıdır.

“Bizim cemaatimizin meşrebi, muhabbete muhabbet ve husumete husumettir,”(5) “Biz muhabbet fedaileriyiz; husumete vaktimiz yoktur”(6)  gibi ifadelerle kendisine nasıl bir sevgi eksenli bakış açısı belirlediğini gösteren Bediüzzaman’ın da deyimiyle, “ittihad-ı kulub”un sağlanması; toplumumuzun sevgi toplumu haline gelmesi, tek yürek olarak atması ve sevgi eksenli duygu birliğiyle olacaktır.

 

Güven hissini canlı tutmak

İster bir aile kursun, isterse bekâr olsun, bir kadının en önemli özelliklerinden biri güven duygusunu kalıcı ve sağlam kılmasıdır. Güvenin sarsıldığı bir ortamda ne sevgiden, ne de saygıdan söz etmek mümkün değildir.

Eşler arası güvenin sarsılması da en korkunç boyuttur. Bu hissin sağlanması ve korunması için harcanacak hiçbir çaba boşuna olmadığı gibi fazla da değildir.

Bir ailenin saadeti eşler arası karşılıklı emniyet, samimî bir hürmet ve sevgiyle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık saçıklık o emniyeti, karşılıklı saygı ve sevgiyi kırar.(7) Bugün boşanmaların psikolojik temellerinden biri olarak açık saçık kıyafetlerin günlük hayatta da sıklıkla kullanılmasını görebiliriz. Çünkü bir erkek kendisi ne kadar lâkayt da olsa, eşini muhafaza etmek ve başkalarının bakışlarından korumak ister.

Hürriyetlerin tartışıldığı bir zamanda yaşıyoruz. Sevgiden bahsedebilmemiz için de yine o kişinin varlığından söz etmemiz gerekmektedir ki, bu da hürriryetle olur. Başkasına ve kendine zarar vermemek şartıyla kişinin duygu, düşünce ve davranışlarında serbest olmasını “Hürriyetin şe’ni odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın”sözüyle ifade edebiliriz.

 

Doğruluk

Yapı olarak da nazik bir fıtratta olan kadın, hayatında doğruluğu temel kıstas edinmelidir. Toplumda hangi statüde olursa olsun, doğrulukla hayatın rotasının belirlenmesi daha ufuk açıcı olacak ve toplumun ilerlemesinin önündeki molozlardan kurtaracaktır.

Bir anne olarak her ne durumda olursa olsun, çocuklarımıza da asla yalan söylememeliyiz. Hatta bebeklere bile… Her sözümüz doğru olmalı. Peki, her şeyi nasıl söyleriz, gibi bir sorunun zihinlerinizde canlanır gibi olduğunu duyar gibi oluyorum. Her dediğimiz doğru olmalı, ancak her doğruyu söylemek doğru değildir. (8)

Üçüncü şıkkın olmadığından yola çıkarak ya doğru söylemeli ya da doğru söylememiz zarar veriyorsa susmalıyız. Çünkü faydası olduğu söylenen, beyaz, pembe gibi masum renklerle nitelendirilen yalanın aslında içi, yüzü her zaman unutulmamalıdır ki, simsiyahtır.

İşlerimizde doğruluk esas alınacaksa, bilgi de olmazsa olmazımızdır. Doğruluğu insanî ilişkiler boyutunda anladığımız gibi, yapılan işlerin dosdoğru olması şeklinde de anlayabiliriz.  “Emrolunduğun gibi dos doğru ol!” ayetinin inmesinin Resulü Ekrem’in (asm) saçlarını ağartması, üzerinde derinleşilmesi gereken bir konudur.

Söylediğimiz sözlerden, halimize, tavrımıza, çocuk yetiştirmede kullandığımız metotlara kadar pek çok alanda algılayabiliriz bu doğruluğu.

 

Adaletli olmak

Konuşma dilinde “cezası gerekene cezasını vermek, hak edene de hakkını vermek” şeklinde bir anlam daralması yaşayan “adalet” kavramı, aslında özde denge unsurunu içermektedir. Her şeyde dengeyi esas alan adalet, hayat prensibi olarak ele alındığında ise hem toplumun bir ferdi olarak takındığı farklı statülerde, hem de aile içindeki rolünde kadına sevgi toplumunun oluşumunda yeterli katkısını sağlayacaktır.

Kendi öz benliğine gösterdiği özende takınılan dengeli bir tavır, toplum içinde kadının değerini korumasına sebep olurken, fert olarak var olmasını sağlayacaktır. Öz benliğin sağlam olarak ayakta kalması için okuyarak kendini geliştirecek, sahip olduğu yeteneklerin farkına vararak gerek sanat, gerekse kültürel alanlarda yerini alacaktır. Bunun mutlaka geniş kitlelere duyurulan bir faaliyet olması da gerekmemektedir. Önemli olan kişinin özünü fark edip dengeli hareketidir.

Ayrıca bir anne olarak duygu boyutunda çocuğa gösterilen sevgi ve ilginin seviyesinin, veriliş şeklinin, biyolojik boyutta da beslenmesinin dengede olması da topluma her yönden sağlıklı bireyler yetiştirilmesi açısından önemlidir. Aman yere düşer mi, üşür mü, sıcaklar mı diye tetikte beklemek denge ibresinin kaydığını gösterir. Gerekli tedbirleri aldıktan sonra gelişimi de fıtrîi seyrine bırakmalıdır. Nasıl büyümesi için sürekli sulamak, kökleriyle uğraşıp durmak canım hercai menekşenizi gülümseterek çiçek mi açtırı, yoksa çürütür mü? Bunu akıldan çıkarmamak lâzımdır.

Aşırı şefkatinden çocuğunun yapacağı işleri de üstlenen anne, hem çocuğunun gelişimine engel olurken, kendisine de haksızlık etmiş olmaktadır. Çünkü o da ayrı bir bireydir. Çocukla birlikte, sadece onun ihtiyaçları için yaratılmış bitişik yaşayan bir varlık değil. Bu dengenin kaçırılması belli bir zaman sonra annenin asosyalleşmesine yol açarken, çocuğun da özgüvensiz, bağımlı bir kimlik edinmesine sebep olacaktır.

Ebeveynler arası ahenk de adalet açısından önemli bir unsur. Birinin ak dediğine diğerinin kara demesi, ailesi orkestrasından çıkacak melodinin kulağa hoş gelmesini engelleyecektir.

Adalet noktasında kadına düşen diğer bir görev, eşi ve çocuklarına ilgiyi doğru paylaştırmasıdır. Bazı ailelerde masaya yeni tabaklar eklendikçe; beyin yok sayılması, sevgi ve ilgide ikinci plana itilmesi, bazen aile yapısında onarılamayacak hasarlar oluşturmaktadır. Burada da anne ve eş rolünü birlikte üstlenen kadına yine önemli bir görev düşmektedir.

Aslında köklü bir sevgi ortamının oluşmasında pek çok şubeleri olan adaleti, yani dengeyi esas almak her kadın için önemli bir unsurdur.

 

Konuşmasını bilmek

İnsan yegâne natık varlık. Natık, mantık, nukt, nutku tutulma, düşünme, konuşma, aynı eksende anlam yüklenen kelimeler.

Konuşmasız bir düşünme, düşüncesiz bir konuşma ihtiyacımızı karşılamaktan aciz. Konuşmasız düşünce üzeri örtülen, yüzeye çıkamayan cevher, düşüncesiz konuşma da işe yaramaz sözcük yığını olmaktan kendini kurtaramıyor. Çoğu kere salgın bir hastalık gibi yakalanıverdiğimiz düşünce boyutuna ulaşamayan konuşmalarımız, spordan sağlığa, siyasete pek çok konuda kelime kirliliğine yol açmakta zihinlerimizde. Peki, sizce zihinlerimizi laf kalabalıklarından arındırıp, duru, arı düşünceye ulaşmak ne kadar önemli? Nasıl çocuklarımızın sağlıklı beden gelişimi için öğün atlamasına yol açan abur cubura karşı önlem alıyorsak, zihinlerimizi allak bullak edip düşünmekten alıkoyan, boş sözlerden boş davranışlardan oluşan abur cuburdan da korumalıyız. “Boş sözlerle çirkin,  davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek, oradan geçip giderler.”(9)

İnsan şerefli ve izzetli kılınmış bir varlık. Boş sözlerin ve çirkin davranışların bulunduğu ortamda bulunmamak da insanlığın gereğidir. Öze dönüş, insanlığımıza leke getirmeme adına, içinde yararlının çok dikkatlice seçilmesi gereken çoğu boş söz ve çirkin davranışların gösterimine ve neşrine dönüşen sesli, yazılı, görüntülü yayınlara karşı duruşumuzu belli etmenin artık zamanı...

Gıybeti hayatımızdan temizlemek

Gıybet, “Bir kişin kendisinin bulunmadığı bir ortamda arkasından söylendiğinde rahatsız olacağı sözdür.” Halk arasında dedikodu da dediğimiz olgu, aradaki sevgi ve saygının sarsılmasında en önemli faktördür.

“Sizden biri ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?”(10)   diye buyuran Allahu Tealâ, arkadan konuşmanın ne kadar mide bulandırıcı ve tiksindirici bir şey olduğunu da bizlere bildirmektedir. Bediüzzaman da Mektubat isimli eserinde içi düşmanlık dolu, hasetçi ve inatçı yapıdaki kişilerin kullandığı alçak bir silâh olarak gıybeti nitelendirmektedir.

“Eğer doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese hem gıybet, hem iftiradır, iki katlı çirkin bir günahtır.”(11)

Ne var ki, zehirli bir bal gibi dilimize kondurduğumuz gıybet, ilk başlangıçta menhus bir tat da vermiyor değil. Kızmışsınız, darılmışsınız, öfkeniz var. İçinizdeki alevi soğutmak istiyorsunuz. Ne kadar da hoş geliyor. Güya bazı duygular intikamını alıyor. Hâlbuki düşünensize, bir başkasının ardından konuşan birine nasıl güvenebilirsiniz ki? Kim garanti verebilir, siz o ortamdan ayrıldıktan sonra aynı duruma düşürülmeyeceğinizi?

İki zıt gerçek anlamıyla bir şeyin özelliği olamaz. Meselâ bir şey hem canlı, hem ölü veya hem var, hem yok olamaz. Bu yüzden sevginin karşı cephesinde olan gıybeti, yani dedikoduyu hem dünya, hem ahiret mutluluğumuz için bir kanserli ur gibi görüp, şahsî hayatımızdan da, toplumsal bünyemizden de atalım.

 

Tarafgir olmamak

Taraftarlık insanı,  tarifi olmayan, tanımlanamayan, hiçbir akılcı ölçüte dayanmayan duygular içinde yuvarlandırır. Takım tutar gibi hiçbir rasyonel temele oturmayan ilişkiler sağlıklı bir sevgi ortamı oluşturmayacaktır. Önyargılardan arınmış, aklın hizmetine verilmiş duyguların işlettirildiği durumlarda sağlıklı iletişimler çıkacaktır. Böyle bir durumda ancak kadın yeni girdiği aile ortamında ötekileştirdiği ve kendinden bildiğine taraftar olduğu ayrıştırıcı ve özde sevgiye düşman durumlardan uzak olunacaktır.

 

Eleştirilere açık olma ve eleştirel bakış açısı

Aslında doğruyu yanlışı birbirinden ayırt edebilmek için hem eleştirel bir bakış açısına sahip olmalı, hem eleştirildiğimizde kendi dünyamızda veya ilişkilerimizde problem yapmamalıyız.

“Kendinizden teşekki ediniz,” derken Bediüzzaman insanın açık yüreklilikle kendini bile eleştirmesinden bahseder. Bunu başaramama durumunuysa, “En büyük hata, insan kendini hatasız zannetmek olduğundan” diye ifade ederek, bu noktada “Başkasının kusuru, insanın kusuruna senet ve özür olamaz. Kendimizi dev aynasında görmemeliyiz”(12) der.

Çünkü “En müthiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinad eden tenkittir. Tenkidi eğer insaf işletirse, hakikati rendeçler. Eğer gurur istihdam etse, tahrip eder, parçalar.”

 

Pozitif düşünce ve sonuç

Duyguların doğru kullanımı şeklinde kendini gösteren “selâmet-i kalp,” kadını duygusal bir varlık olmaktan da kurtaracak; “aklı keskin kalbi parlak” bir birey olmasını sağlayacaktır. Tabii bu duygulardan tamamen arındırılmışlık olarak değil, “hissiyatı, efkâra tâbi” olarak aklın komutasına verilmiş, iyi niyetle(13)   kendini gösterecektir.

Nasihatten hiç kimsenin hoşlanmadığını da göz önüne alan anneler, özellikle yaparak örnek olma yolunu ihtiyar emelidir ki, kalıcı neticeleri sağlayabilsinler.(14) Akla dayandırarak, mantıklı açıklamalarla yaptığı uygulamalar çocukları üzerinde daha kalıcı olacak, böyle bir uygulamada da iletişim dili sevgi olacaktır.(15)

Tüketim toplumunun en önde gelen hedeflerinden biri de kadınlardır. Kâr-zarar dengesini gözeterek aile huzurunun devamını sağlayabileceğini anlamak, ancak bu tuzaklardan(16)  kurtarabilir.

Bilgiyle ve ahlâkî değerlerle donanmak(17)  da temel hedeflerden biri olmalıdır.

“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır”(18)  ayetinin ışığında, her alanda şahsî teşebbüse(19)  önem verip, “şahsî menfaati terk” ederek yaratılıştan gelen fıtrî özelliklerinin(20)  farkına vararak çalışmalıdır.

Özet olarak bütün yukarıda saydıklarımızın gerçekleşebilmesi içinse gerçekçi ve pozitif bir bakış açısına sahip olunması gerekmektedir. “Nekaisten müberra olmak cinan-ı Cennetin mahsusatından ve her kemale bir noksanı karıştırmak şu âlem-i kevn-ü fesadın mukteziyatından”dır(21) prensibince bu dünyada hiçbir şeyin yüzde yüz veya dört dörtlük olamayacağını kabul etmemiz gerekmektedir öncelikle. Bu gerçeği kabul ettikten sonra da, “İyi olanı al, kötüyü terk et” kaidesince hoş olanı alıp huzur ve sevgi ortamında hayatımızı geçirmeliyiz.

 

Dipnot:

1.  Divan-ı Harb-i Örfi ve Sünuhat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, Haziran 2000,s19

2.  Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, Nisan, 2000 s.218

3. Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, Mart 2000 s.257

4. Hucurat Suresi, 13.

5.  Divan-ı Harb-i Örfi, s. 63

6.  Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, Kasım 1999 s.52

7. Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul Eylül 2000 s.257

8. Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, Mart 2000 s.256

9. Furkan Suresi, 72.

10. Hucurat Suresi, 12.

11. Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, Mart 2000 s.267

12. Münazarat

13. Hüsn-ü niyet

14. Fiili nasihat veren

15. Akla istinad ile cebr yerine muhabbeti istimal

16. Terk-i sefahet

17. Marifet-fazilet

18. Necm Suresi,  39.

19.  Teşebbüs-ü şahsi

20. İstidad-ı fıtri

21.  Münazarat, s.46

F.Nur Hacınebioğlu

Bizim Aile Dergisi

Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş